GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Politika
3 Mart 2022 Perşembe 12:04

Prof. Dr. Tosun, o tabloyu değerlendirdi: Aile fotoğrafı gibi!

Altı muhalefet partisinin bir araya gelip “Yarının Türkiyesi için” diyerek buluşmasını ve “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” ortak metni hazırlayıp imzalamasını değerlendiren Siyaset Bilimci Prof. Dr. Tanju Tosun, bu birlikteliği bir aile fotoğrafı olarak nitelendirerek “Bu buluşma, geniş bir Türkiye aile fotoğrafıdır. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem önerisi kimi eksikliklerine rağmen mevcut sistemle karşılaştırıldığında, politik, ekonomik, toplumsal boyutlarıyla günışığında bir siyaset vaat ediyor. Metin, yeni bir anayasaya referans olabilecek kadar iyi” dedi

Muhittin AKBEL / EGEDESONSÖZ - CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi, Gelecek Partisi, DEVA Partisi ve Demokrat Parti, “Yarının Türkiyesi için” sloganıyla bir araya geldi, ortak hazırlanan “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” ortak metni, altı partinin genel başkanları tarafından imzalandı. Altı partinin güçlendirilmiş parlamenter sistemi öznesinde bu buluşmayı, Siyaset Bilimci Prof. Dr. Tanju Tosun değerlendirdi.

Egedesonsöz’ün sorularını yanıtlayan Prof. Dr. Tanju Tosun, ülkemizde her ne kadar ittifaklar olsa da siyasi partilerin son zamanlarda hiç bu kadar yakınlaşmadığına dikkat çekerek, bu fotoğrafın nasıl okunduğunu şu sözlerle anlattı:

1957’DEKİ MİLLİ DEMOKRASİ CEPHESİ GİRİŞİMİNİ ANDIRIYOR
“Altı parti liderinin Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem önerisini somut belgeye dönüştürerek, ortak bir metne imza atmaları, Türkiye siyasetinde farklı ideolojik kimliklere sahip partileri ortak bir amaç etrafında buluşturması açısından çok önemli. Siyasal hayatımızda geçmişte koalisyonlar şeklinde bir araya gelme girişimi, bu kez koalisyon öncesi gerçekleşmiş olması açısından da dikkate değer. Bu ölçüde geniş çaplı birlikteliğin oluşması anlamında 1957’deki muhalefet partilerinin ‘Milli Demokrasi Cephesi’ girişimi hatırlandığında, ondan daha kapsayıcıdır. Demokrat Parti’nin otoriterleşmesi karşısında CHP, Hürriyet Partisi, Cumhuriyetçi Millet Partisi, 4 Eylül 1957’de ortak bir bildiri yayınlayarak, bu cephenin iktidara gelmesi durumunda yargı bağımsızlığından basın hürriyetine, grev hakkına, anti-demokratik yasaların kaldırılmasından Anayasa Mahkemesi’nin kurulmasına, yürütmenin dengelenmesine kadar uzanan konularda uzlaşmaya vardıklarını kamuoyuna açıklamışlardı. Hatta, 9-11 Eylül 1957’de toplanan XIII. CHP Büyük Kurultayına Hürriyet Partisi Genel Başkanı Fevzi Karaosmanoğlu da katılarak, bu cephenin kurulacağından umutlu olduğunu açıklasa da, DP iktidarı seçim öncesinde seçim kanununda değişiklik yaparak, cephenin ortak liste halinde seçime katılmasını engellemiş, ardından bu girişim sonuçsuz kalmıştı.

Bu anlamda Altı partinin mutabakatı, ‘Milli Demokrasi Cephesi’ girişimini andırsa da, temel farkı, siyasal sistemin topyekün yeniden yapılanmasına yönelik bir model getirmesi, farklı siyasal çizgide daha fazla partinin bu model etrafında birleşebilmektedirler. Bir anlamda geniş bir Türkiye aile fotoğrafını andırmaktadır. Türkiye’de siyasal uzlaşmanın kurumsallaşması adına da bu girişim dikkate değerdir. Buluşmayı ve mutabakatı asıl değerli kılan ise, yarının Türkiye’si adına öznel/partisel farklılıkları bir kenara bırakarak demokratik, katılımcı, çoğulcu kurum ve değerleri inşa temelli yeni bir sistem önerebilmeleridir.”

CUMHURİYET TARİHİNDE TOPLUM HİÇ BU KADAR KUTUPLAŞMA KISKACINDA OLMADI
CHP Genel Başkan Yardımcısı Muharrem Erkek’in,  "Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem önerimizle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini sona erdirirken geçmişe dönmüyor, Türkiye Cumhuriyeti'nin köklü devlet ve Cumhuriyet tecrübesini demokrasi ile taçlandırmayı hedefliyoruz” sözlerini de değerlendiren Prof. Tanju Tosun, şunları söyledi:

 “Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin -ki siyaset bilimi ve anayasa hukuku literatüründe böyle bir sistem yoktur,tamamen A la Turka bir isimlendirmedir-performansına ilişkin yapılan ciddi bilimsel çalışmalarda sistemin ürettiği tüm çıktıların parlamenter sistemle karşılaştırıldığında performansının düşük olduğu tespit edilmektedir. Demokrasi açısından bakıldığında, Türkiye ciddi bir demokratik gerileme yaşıyor, ekonomik krizi belirtmeye gerek yok, sonuçları ortada, kamu yönetiminin siyasallaşması, partizanlaşma, liyakatsızlık ki en net biçimde üniversitelere yapılan yönetici atamalarında da görülüyor. Toplum, Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde, buna Milliyetçi Cephe hükümetleri de dahil bu ölçüde politik kutuplaşma kıskacında değildi. Hal böyle olunca, bu sistem kötü, geçmişteki parlamenter sistem iyidir, demek tabii ki doğru değildir. Fakat geçmişteki parlamenter sistemde en azından şimdikiyle karşılaştırıldığında denge-denetleme vardı. Yürütme, yasama organı tarafından gensoru, sözlü soru önergesi gibi mekanizmalarla denetlenebiliyordu. Diğer yandan, 2018’e kadar uygulanan parlamenter sistem de sorunlu işlemiştir. Fakat 1982 Anayasası ile güçlendirilen yürütme nedeniyle, 80’ler ve 90’lardaki sistemi de batı tipi bir klasik parlamenter sistem olarak nitelendiremeyiz. Parlamentoda çoğunluk partisinin tahakkümünde, çoğunluk partisine de karizmatik liderin hakim olduğu yozlaşmış bir parlamenter sistem olarak tanımlamak mümkün. 90’larda yaşanan hükümet istikrarsızlıkları nedeniyle eski sistem eleştirilse, istikrarsızlığın sorumlusu gösterilse de, sorumlu olan parlamenter sistem değil, parti sisteminde aşırı parçalanmışlık, partilerin temsil aygıtı yerine iktidara geldiklerinde taraftarlarına rant aktarma aracı olarak çalışmalarıyla ilgiliydi. Hangi sistemi getirirseniz getirin, kuvvetler arasında denge ve denetim kurulmazsa, bürokraside liyakat egemen olmazsa, partiler toplumsal talepleri sisteme adil biçimde taşıma ve çözüm üretme işlevini yerine getirmezse, hükümet sisteminin yapabileceği bir şey yoktur.”

İDEAL OLAN, SEÇİM BARAJININ KALDIRILMASIDIR
DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Yeneroğlu’nun dile getirdiği, seçim barajının yüzde 3’e düşürüleceği, Cumhurbaşkanının veto yetkisine son verileceği, Cumhurbaşkanının kanun yapımında sadece uyarı niteliğinde geri gönderme yetkisine sahip olacağı konuları da dikkat çekiciydi. Prof. Dr. Tanju Tosun, seçim barajının yüzde 3’e indirilmesinin doğru olacağını belirterek, “Aslında ideal olan, seçim barajının tamamen kaldırılmasıdır” dedi ve şu bilgileri aktardı:

“İdeal olan, seçim barajının tamamen kaldırılmasıdır. Fakat buna karşı ciddi bir direnç olacağı ve marjinal sayısal güce sahip partileri parlamentoya taşıyacağı için yüzde 3 gibi bir oran normal. Nitekim pekişmiş demokrasilerde baraj yüzde 3-5 arasında değişiyor. Yüzde 10 ulusal barajın mevcut olduğu tek ülke dünyada Türkiye… Cumhurbaşkanının yeni sistemde klasik parlamenter sistemdeki gibi sembolik yetkilerle donatılmasının öngörülmesi doğrudur. Çünkü, parlamenter sistemde iki başlı yürütmede sorumlu hükümet, siyasi açıdan sorumsuz olan Cumhurbaşkanlığı kurumudur. Nitekim bu amaçla ihdas edilen karşı imza kuralı (cumhurbaşkanının tek başına bulunacağı sınırlı tasarruflar dışında Başbakan ve ilgili bakan, bakanların imza atması) dikkat çekicidir. Bu nedenle salt sembolik yetkiler verilmesi, kanunları gerekli gördüğü halde bir kez daha görüşülmek üzere Meclis’e geri gönderme yetkisiyle sınırlı tutulması normal. Fakat veto yetkisi de öngörülmüyor. Güçlendirilmiş parlamenter sistem tasarımında Cumhurbaşkanının salt seremonik yetkilerle donatılması, bununla yetinilmesi sistemin doğasına uygundur. Aksi takdirde geniş yetkilerle donatılacak bir Cumhurbaşkanlığı kurumu parlamenter sistemden sapmaya yol açar.”

CUMHURBAŞKANLIĞI SÜRESİ İÇİN 7 YIL BİLE UZUNDUR
Demokrat Parti Genel Başkan Yardımcısı Bülent Şahinalp’in, “Cumhurbaşkanlığı görev süresi, eskiden olduğu gibi 7 yıl olacak, partili cumhurbaşkanlığı kaldırılacak” açıklamasını da yorumlayan Prof. Tanju Tosun, “ Cumhurbaşkanının partili kimliğe sahip olması mevcut sistemin Türkiye’de siyasal kutuplaşmayı derinleştiren bir özelliği. Cumhurbaşkanlığı kurumu birlik ve bütünlüğü temsil edecekse, partili olmaz. Dünyada hiçbir kurumsallaşmış demokratik sistemde başkanlık, yarı-başkanlık ya da parlamenter sistem olsun, örneği olmayan bir uygulama. Tarafsızlıkla, partili Cumhurbaşkanı Anayasal anlamda sadece tutarsızlık değil, evrensel hukuk açısından da sorunludur. Bu anlamda kanımca 7 yıllık bir Cumhurbaşkanlığı görev süresi de uzundur. Cumhurbaşkanını sembolik yetkilerle donatıp, 7 yıl görevde kalmasını sağlamak açısından süre uzun ve gereksizdir. Muhtemelen Cumhurbaşkanlığı seçimleri zaman zaman partiler arasında kutuplaşmaya yol açtığı için, daha uzun görev süresi öngörülmektedir” diye konuştu.

BAKAN VE MÜSTEŞARIN KURULDAN ÇIKARILMASI, ADALETE GÜVENİ ARTIRACAKTIR
Prof. Dr. Tanju Tosun, Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun iki ayrı kurul haline dönüştürülmesi fikrini şu sözlerle değerlendirdi:

“Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ayhan Sefer Üstün, Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun, ayrı ayrı ayrı kurullar haline getirileceğini, Hakimler Kurulu’nda Adalet Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarının olmayacağını söyledi. Çoklu baronun sona erdirileceğini söyledi.  Siyasal sistemin en sorunlu alanlarından biri de yargı bağımsızlığı, tarafsızlığı, yargının siyasallaşması ve yargının çok ağır işlemesidir. Bu nedenledir ki, kurumsal güven anlamında yargıya güven çok düşük düzeylerde. Yapılan araştırmalar bunu teyid ediyor. Çoklu baro gibi bir uygulama siyasi iktidarın yargıyı kontrol isteğinden başka bir şey değil. Demokratik sistemlerde bunun da örneği yok. Adalet Bakanı ve müsteşarının Kurul’da yer alması da 12 Eylül’ün bir ürünü ve amaç, ideolojik olarak yargıyı müesses nizam adına kontrol etme ve vesayet altında tutmadır. Bu kişilerin Kurulda olduğu bir sistemde iktidarlar her zaman yargıyı kontrol etmek isterler. Geçmişte farklı iktidarlarda da böyleydi, bugün de böyle. Yargının hukuk, adalet ve vicdan referanslı hüküm vermesi isteniyorsa, Bakan ve müsteşarının kuruldan çıkarılması adalete olan güveni de arttırıcı etki yapacaktır.”

TEMEL HUKUKİ METİNLER, SADECE ÖZGÜRLÜKLERİN ALTYAPISINI OLUŞTURUR
İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Bahadır Erdem’in, tüm özgürlüklerin garanti altına alınacağı dair açıklamasıyla ilgili olarak, “Evrensel insan hak ve özgürlükleri bakımından Türkiye son yıllarda büyük bir gerileme yaşamaktadır. Bu nedenledir ki siyasi rejimimiz seçimli-otoriter ya da hybrid rejim olarak kabul edilmektedir” diyen Prof. Dr. Tanju tosun, “Önerilen sistemde özellikle getirilmesi düşünülen denge-denetim mekanizması, Meclis’e işlev ve itibarının iadesi özgürlükler alanında kazanımlar sağlama potansiyeline sahiptir. Fakat unutmayalım ki temel hukuki metinler sadece özgürlüklerin altyapısını oluşturur. Önemli olan bunu yurttaşların talep etmesi, siyasal elitlerin de bunu hayata geçirme istekleridir” diye konuştu.

SİYASİ ETİK KANUNU, SİYASETE KATKI YAPACAKTIR
Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Bülent Kaya’nın Siyasi Etik Kanunu’nun çıkarılacağını açıklamasıyla ilgili olarak Prof. Dr. Tanju Tosun, “Siyasi etik kanunu politikacılara bireysel ahlak, vicdan  dışında, politik yozlaşmadan uzak durmaları konusunda normatif ve zorlayıcı katkı yapacaktır. Tabii ki şunu da belirtmekte yarar var: Siyasi ettik yasası çıktığında politik yozlaşma bir gecede önlenmeyecek. Çünkü meselenin aynı zamanda bir politik toplumsallaşma süreci, politikada egemen olan değerlerle ilgili yönü de var. Fakat en azından bu tür yasaların zorlayıcı etkisi olacağını düşünüyorum” dedi.

MUHALEFET PARTİLERİNİN, METNİ HALKA ÇOK İYİ ANLATMALARI LAZIM
Siyaset Bilimci Prof. Dr. Tanju Tosun, altı muhalefet partisinin imza altına aldığı metnin, siyasi arenada nasıl bir etki yapacağını anlattı, tavsiyelerde bulundu:

“Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem önerisi kimi eksikliklerine rağmen (kadın hakları konusu gibi) mevcut sistemle karşılaştırıldığında, politik, ekonomik, toplumsal boyutlarıyla günışığında bir siyaset vaat ediyor. Metinden yaptığım okuma budur. Tabii ki bu bir anayasa metni değil. Fakat yeni anayasaya referans olacak bir metin, kurumlar bütününe ilişkin bir vizyondur. Bu noktadan sonra muhalafet partilerinin metni topluma çok iyi anlatması, önerilerinin yurttaşların gündelik hayatlarına etkilerinin ne olacağının ikna edilmesi gerekir. Çünkü, sistem teorik olarak sadece bir siyasal, yönetsel tasarım değil. Bu tasarım, potansiyel olarak bir refah devleti ve toplumu yaratma potansiyeline de sahip. Bunun için mutlaka ekonomik vizyonla ilişkisi somut ekonomi politikası önermeleriyle kurgulanması gerekir.”