GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Politika
25 Ocak 2016 Pazartesi 16:05

Böke: Genel başkanlık mı? Aman Allahım!

PM seçiminde en yüksek oyu alan CHP Genel Başkan Yardımcısı Selin Sayek Böke 'İki yıl sonrasının genel başkanı' gibi yakıştırmalar da var hakkınızda. Ne düşünüyorsunuz?" sorusuna "Genel başkanlık mı? Aman Allahım!" diye yanıt verdi.

CHP Ekonomi Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Selin Sayek Böke, geçen haftaki CHP kurultayında 691 delegenin oyunu alarak parti meclisine birinci sıradan girdi. CHP lideri de Böke'nin bu başarısını parti sözcülüğü görevi de vererek taçlandırdı. CHP'nin yeni parti sözcüsü Selin Sayek Böke, Cumhuriyet'ten Selin Onguna konuştu. Çok tartışılan akademisyenler bildirisiyle ilgili "Bildirinin içeriğine katılmıyorum. Ama o bildiriye imza atan tüm meslektaşlarımın yanındayım"  diye konuşan Böke, iki yıl sonrasının genel başkanı yakıştırmaları için ise "Genel başkanlık mı? Aman Allahım!" ifadesini kullandı. 

CHP'YE NASIL DAVET EDİLDİNİZ?
Eylül ayı, 2014. Gece yarısı bilgisayarım kucağımda, ertesi gün TÜBİTAK Sosyal Bilimler Araştırma Grubu'nda yapacağım sunuma çalışıyordum. Telefonum çaldı. Arayan Sayın Genel Başkan Yardımcımız Tekin Bingöl. Kendisi babamın Hacettepe'den öğrencisidir. “Numaranızı babanızdan aldım. Yarın kurultayımızda PM'nin seçimi var. Sayın Genel Başkanımız sizi kurultaya davet ediyor” dedi. Sunuma öyle konsantre olmuşum ki şaşkınlıktan da olsa gerek, afalladım. Ama benim sunumum var, sonra yakın bir arkadaşımın düğünü için Hatay'a gideceğim, gibi bir şey söyledim! Saat gece birdi. Hemen eşimi uyandırdım. Olayı benden çok daha hızlı içselleştirdi. “Kararın ne olursa olsun yanındayım” dedi. Babamı aradım, o da aynısını söyledi. 10 dakika sonra Tekin Bey'i arayarak, “Yarın kurultaya geliyorum
O ana kadar partiyle diyaloğum, Sayın Sencer Ayata’nın oluşturduğu akademisyenler toplantılarında bulunmuştum. O kadar. Kemal Bey'e 'Kadrajınıza nereden girdim' diye sormadım. İnanın sormadım. Ben o kadraja girdiğim andan itibaren seçime doğru gidiyorduk ve yazılacak bir seçim bildirgesi vardı.

DELEGE DESTEĞİN NEDENİ...

Temsil ettiğimin şu olduğu düşüncesi ile siyaset yapıyorum. Türkiye vasatlığa mahkum edildi. AKP’nin Türkiye’ye verdiği en büyük zararlardan biri vasatlık. Siyaset bu vasatlığın kaynağı haline geldi. CHP, “Bu vasatlığın olmadığı bir Türkiye mümkün” dedirtiyor. Ben de “O vasatlık yerine farklı bir siyaset mümkün” diyen geleceğin siyasetini temsil ediyorum. Biz halkın sorunlarına temas eden ve çözüm üreten bir siyaset anlayışını ortaya koymaya çalışıyoruz. 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinde bunu başardığımızı düşünüyorum. Önerdiğimiz asgari ücret artışı, emeklilerin maaş artışı gibi adımlar olması gerektiği miktarda ve yöntemle olmasa da atıldılar. Bunun bir karşılık bulduğunu düşünüyorum.

CHP'YE GENEL BAŞKAN OLUR MU?
Kimi çevrelerde “İki yıl sonrasının genel başkanı” gibi yakıştırmalar da var hakkınızda.
Aman Allahım! İki yıl sonra genel başkan, gibi hayalci teorileri ciddiye almıyorum. Çok onur verici ama Türkiye siyasetinin tıkandığı noktalardan biri de bu. Bizim yerleştirmeye çalıştığımız çözüm odaklı siyasette lider kadar birlikte iş yapacağınız ekipler de önemlidir. Ben de oradayım. PM'ye ilk seçildiğimde örgütün ziyaretlerinde “Kimsiniz, nereden geldiniz, kimin adamısınız” gibi sorularla karşılaştım. Bu sorular bana akademide de soruldu. Doçentlik sınavında aynen bu kelimelerle, “Kimin adamısın” diye sorulan bir Türkiye burası. Kimsenin adamı değilim, bilimin insanıyım, demiştim. Burada da yanıtım o oldu. CHP'li kimi seçmendeki “parti neden değişmiyor” serzenişlerini ben de paylaşıyordum. Partiye ilk girdiğimde CHP'linin CHP'yi yine bir CHP'liye şikayet ettiği diyalogların içine düşmüştüm. Parti içinde geçirdiğim bir buçuk yılda ise bu diyalogların hızla azaldığına tanık oldum. Değişimin en önemli meyvelerinden biri belki de bu durum. Birbirimize daha az sitem ediyoruz. Partiyle ilgili daha çok heyecan duyuyoruz.

CHP'NİN EKONOMİK MODELİ 
Sizin CHP’de önerdiğiniz ekonomik model sosyal demokrat bir model mi?
Yüzde bin beş yüz öyle! Her siyasi dönüşüm o günün koşullarıyla şekillenir. Onun için bugünün koşullarını ortaya koymadan 1959 ya da 1998 modeli demek meseleyi yine yanlış yere çeker endişesi taşırım. Bugünün koşulları nedir? Bu analizi kapitalizmin küresel boyutta bir çöküşe ve vahşete yol açtığı 2008-2009 krizi sonrası yapıyoruz. Bunu unutmamak gerek. Orada gördük ki her şeyi piyasaya teslim ederseniz ekonomik adaletsizlik ortaya çıkar. Müthiş eşitsizlikler yaşanır. Bunların hepsini, koşulsuz piyasa teslimiyetinin olamayacağını gördük. Sosyal demokratlar koşulsuz piyasa teslimiyetini hiçbir çağda kabul etmedi ama dediğiniz gibi bazı küresel konjonktürel dönemlerde, piyasaya biraz daha yakın hisseden yaklaşımlar oldu. Ekonomide önce hedef koyarsınız. Benim hedefim de piyasanın iyi işlediği ama gelir adaletsizliğinin engellendiği, bunun için de devletin aktif rol oynadığı bir ekonomik düzen. Piyasanın çalıştığı ama güvenceli çalışmanın, yoksulluğun yok edilmesinin ve insani kalkınmanın piyasanın bir adım önünde olması gerektiğini düşünüyorum.
6 milyon kişi ya arayıp iş bulamıyor ya da iş bulma umudunu tamamen kaybetmiş durumda. Asgari ücretli 8 milyon kişi açlık sınırının altında yaşıyor. Güvencesiz çalışan ve yarını belli olmayan bir ekonomik düzene mahkum ediliyorsunuz. Mutfakta yangın var. 189 dünya ülkesi arasında en yüksek enflasyona sahip 25'inci ülkeyiz. Gelirimiz artmıyor ama o gelirle almak zorunda olduğumuz gıda fiyatı hızla artıyor. Mutfaktaki yangın bu.

AKADEMİSYENLER BİLDİRİSİ

Okulda olsaydınız akademisyenler bildirisine imza atar mıydınız?

Bildirinin içeriğine katılmıyorum. Ama o bildiriye imza atan tüm meslektaşlarımın yanındayım. Onlar fikirleri için oraya imza attılar. Ben de farklı bir bildiriye imza atarsam, onların da benim yanımda durmalarını beklerim. Fakat ne acı ki birbirimizin gözünün içine bakmaktan bile korkutulmuş bir Türkiye'de yaşıyoruz.

DİYARBAKIR ZİYARETİ
CHP'li kadın vekillerle birlikte Diyarbakır'daydınız. Dönüş yolunda aklınızda en çok ne vardı?
Biz Diyarbakır'da engelli çocuğuna ilaç almak için barikatları aşması gereken bir anne ile de, ne değişti de bunlar oldu diyen babalarla da kucaklaştık. Sur'dan göç eden, bir odada 27 kişi kalan, çocukları ve kendileri için gelecek endişesi yaşayan insanları dinledik. Ertesi gün İzmir'e gittik ve bir şehit cenazesindeydik. Bütün resmi görmeden bu mesele konuşulamaz. Bu sorunun derhal siyasi bir çözüm mekanizmasına ihtiyacı var. Biz, üçüncü bir yol mümkün, diyoruz. Bu sorunun sadece güvenlikçi bir yaklaşımla çözülemeyeceğini Türkiye zaten gördü. Bu birinci yoldu. İkinci yol, AKP'nin açılım dediği ancak kendi içine kapalı, şeffaf olmayan, içine toplumu almayan, çökeceği baştan belli olan süreçti.
Siyasi mekanizma tasarımıyla toplumun bütün kesimlerini sürece dahil edecek, barışı kalıcı kılacak bir yöntem. Bu işin mutlaka Meclis'te çözülmesi için hemen bir komisyon kurmamız gerekiyor. Bu adımın atılmamasını hiç anlamıyorum. Dört partili bir Meclis temsiliyeti ortaya çıkmış. Canımızı Diyarbakır'dan İzmir'e kadar yakan, içimizi dağlayan bu süreçten çıkmak için neden bir masa etrafında gayret gösterilmesin? Bununla birlikte “Tek Türkiye var, bu sorunu hep birlikte çözeceğiz” diyen bir ortak akıl heyeti olacak. Bu heyet AKP sürecinin Akil Adamlar Heyeti gibi reklam unsuru değil, konuya dair bir birikimi olan insanların bakış açılarını yansıtacakları, böylece sürecin toplumsallaşmasına katkı sağlayacak bir mekanizma. Ama akademisyenler, STK'ler tartıştığında “Söylediğini beğenmedim, tiksiniyorum” diyen bir anlayışla elbette bir yere varamayız. Çözüm hemen Meclis'te olmalı.