GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
21 Ekim 2017 Cumartesi

Üfürükçülere inananlar…

Levent Kırca’nın çok izlenilen “Olacak O Kadar” programında bir cıngıl vardı, “tam yerine denk geldi manzara koyduk” diye… Hafta sonu ya…  Biz de bir manzara koyalım bugün…

****

Birkaç ay önce büyücüleri yazmıştım… Büyücülük’ giderek azalsa da, bu bağlamda günümüzün en yaygın mesleği(!) hâlâ ‘üfürükçülük’… Bu zat-ı muhteremlerin son zamanda maalesef etkili oldukları görülüyor. Ahmet Hakan geçenlerde bir yazısında “cehennem ateşinden koruyan kefen” ve “Peygamberimizi rüyada gördüren terlikten” sonra “Peygamberimizin saçının yıkandığı içme suyunu satışa sunan” bir Hocaefendi’den bahsediyor.

Eski İstanbul’da üfürükçülük yasak olmadığı için, üfürükçü-cinci olarak itibar gören ve halkın dini duygularını, batıl inançlarını sömüren, genelde ‘hoca’ lakaplı birçok insan varmış, tahmin edebileceğiniz gibi. Şimdi de var ama aslında yasak!

Uğur Aktaş’ın mükemmel anlatımından öğrendiğime göre, üfürükçülük ve üfürükçüler bu tür işlere merakıyla bilinen II. Abdülhamid zamanında iyice yaygınlaşmış; bu tarihlerde İstanbul Mahmutpaşa civarında dükkân açmış olan Afrikalı zenci üfürükçüler bile olmuş.

Bugün tıp ve eczacılık tarihi açısından önemli işlere imza atılan Zeytinburnu Belediyesi’ne bağlı Merkezefendi Tıp Araştırmaları Merkezinde, Ay’a karşı tükürdükleri veya herhangi bir sebeple cinler tarafından çarpıldıklarına inananlar, cinlerden hamile kaldıklarını zannedenler, üfürükçülerin müşterileri arasında imiş. Bugün hâlâ medyada, daha çok İstanbul kaynaklı olarak bu türden haberleri okumaya devam etmemiz ne ilginç değil mi?..

Eskiden üfürükçüler kendilerini pek aşikâr etmez, genelde işlerini kenar mahallelerdeki evlerde, kahvelerde, dükkânlarda icra ederlermiş. Üfürükçüler ile ilişkisi olanlar pek kimseyle konuşmazlar, genelde kadın olan müşteriler de bu konuda soru sormaya çekinirlermiş. Bu gizliliğin sebebi, üfürükçü yöntemini açıkladığında nefesinin kuvvetinin azalacağına olan inanış… Dişi cinler ‘Rüküş Hanım’, ‘İbrik Kalfa’ gibi isimlerle adlandırılır; bunların da belli yerlerde konakladığına inanılırmış. Örneğin, deniz cinlerinin padişahının konakladığı yer Kız Kulesi açıklarıymış.

Sadri Sema’nın hatıratı, “Eski İstanbul Hâtıraları” diye harikulade bir kitap var. Asıl adı Mehmed Sadreddin Aydoğdu olan Sadri Sema, eski İstanbul hakkında bildiklerini ve hâtıralarını, yakın dostu Hakkı Tarık Us’un ısrarıyla, 1952 yılında Vakit gazetesinde yazmaya başlamış. O tarihte yetmiş iki yaşında olduğu düşünülürse, hafızasının ve kaleminin gücüne hayret etmemek mümkün değil. Alın size Sadri Sema’dan bir üfürükçü betimlemesi: “İşte bu üfürükçü heyulası karşımda... Başında küflenmiş koca bir kavuk, kirli bir sarık. Sırtında yeşil ve yamalı bir cüppe, ayaklarında sarı pabuç… Saç, sakal, bıyık birbirine karışmış korkunç bir diken demeti. Gözler şeytanet kıvılcımları içinde. Surat cehennem. Ağız çarpık. Tırnaklar cadı pençesi, elinde iri taneli bir tespih. Yanında kerevetin üstünde kırık bir-iki esrar kabzası, bir afyon kutusu…”

Sadri Sema’nın “Eski İstanbul Hatıraları”nda adeta bir zebani gibi tasvir ettiği bu üfürükçülerin çoğu mezarlıklara, türbelere, mescitlere, camilere yakın yerlerde işlerini görürlermiş. Hatta bazıları eski mezarların üzerine bir sanduka koyup sahte türbeler yapar, müşterilerini bu şekilde de etkilemeye çalışırlarmış. 

Ahalimizin bunlara “neden” inandıkları ise başka bir iletişim sosyolojisi yazısı…

Bu türden esnafı size anlatmaya devam edeceğim. Son zamanlarda meraklarımın arasına girdi de… Ama bizim meslekte, gazetecilikte eskiden en yaygın işlerden biriydi “üfürmek”… Askerde tanıdığımız, “bir şeyi üfürüp sonra da kendi inananlara” girmiyorum…

***

Yani tam yerine denk geldi manzara koyduk biz de…