GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
20 Şubat 2019 Çarşamba

Siyasallaşan İslam’ın yerli ve milli halleri

Ulemanın teolojik mülahazaları ile ülkede yürüyen gerçeklik olarak islam, mütecanis değil. Bir başka deyişle, bütün ile parçaları homojen değil.

Bu yargımı destekleyen iki pratik söz konusu;

Din adına yapılan edilene ne zaman toplumda bir tepki oluşsa, islamcı çevrelerce, “bu gerçek islam değil” demek suretiyle top taca atılıyor.

Ya da, İslami alana gelen her türlü eleştiri, dinsizlerin veya islam düşmanlarının karalaması olarak kategorize ediliyor.

Bu değişken tutumun yol açtığı uzlaşmazlık, toplumsal ilişkileri ayrıştırarak kendi içine kapatıyor. Seküler alan ile islami alan arasında duvarlar yükseliyor.

Eğer İslam’ın ne olup olmadığı yine İslam âlimlerinin ettiği laflar nedeniyle bir muammaya dönüşmüş ise, suçu seküler alanda aramak abestir.

İslam âlimlerinin referansı Kuran fakat yapılan açıklamalar muhtelif ve çelişkili…

Açıklamaların bu kadar çok değişiklik göstermesi ve akıl karıştırması, İslamcıların tercihidir.  Değil mi ki karışık akılları teslim alıp yönetmek gibi bir getirisi var. Nihayetinde, bu kargaşadan iktidar çıkıyor.

Çağımız, dinler çağı değil. Geçen yüzyılda ilan edilen dinler çağının pek hükmü kalmadı. Aksine, deistlerin dinleri sorguladığı bir çağın şafağındayız.

Dindarlar, bundan önce, ateistlerin, dinsizlerin söylediklerine pek aldırmıyorlardı. Fakat bu defa karşılarında, tanrı tanıyan dinsizler var.

Bir ideoloji olarak gündelik hayatı düzenleyen dine yönelik eleştirinin önünü kesen yanıtın, “dinimiz bu değil” olduğunu biliyoruz.

Ne ki bu muğlâklık yine islamcı çevrelerin siyasi amaçlarına hizmet ediyor.

Ne zaman din olduğu, ne zaman din olmadığı belli olmayan bir akıl ve pratiğin kuşattığı toplumsal yaşamın çıkışsızlığı, insanların deizme olan ilgisini haliyle artırıyor.

Din normlarına dayalı kamusal düzenden ve inancın kutsallığından güç alan iktidarların icraatları, kutsal kitapların söylediklerini hiçe sayıyor.

Bütün dinlerce yasaklandığı üzere; Öldürmeyeceksin. Çalmayacaksın. Yalan söylemeyeceksin. Hâlbuki bütün zamanlarda çaldılar, öldürdüler, yalan söylediler…

Muktedirler bu suçları işlemekten hiç vazgeçmediler. Ne dinlerin getirdiği yasaklar ne kanunlar adaletli bir düzeni mümkün kılabiliyor.

Uygarlık krizinin yol açtığı değerler sistemindeki çöküş, Türkiye’de siyasal islamcı hareket tarafından bir fırsat olarak algılandı; Ne ki kapitalist sistemde ortaya çıkan derin krizin dermanı olarak islam ideolojisini öneren islamcılar, inandırıcı olmaktan uzak.

Kurumsallaşan dinlerin sistemdeki tükenişe dâhil olduğuna dair çok fazla öncül var. Kurum olarak dinleri, çökmekte olan sistemden ayrı düşünmek mümkün değil.

Uluslararası sistemde git gide derinleşen krize siyasal islamın getirdiği yerli ve milli çözümler, krize sadece ve sadece renk katıyor.

Ekonominin kısa vadede düzeleceğine dair hiç umut yok. Kimsenin kimseye saygı ve tahammülünün kalmadığı koşulların değişeceğine dair bir emare yok. Alternatif olabilecek bir öneri de yok. Serbest piyasa koşullarında, borç para peşinde dolanmaktan fazlası yok.

Ne yaptıklarını biliyor olmalılar… Sanki biliyorlar ama yine yapıyorlar... Sanki bunu istiyorlar...