GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
3 Mayıs 2020 Pazar

Pandemiden sonra da açlık mı, çevre mi?

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) tarafından ortaklaşa hazırlanan “COVID-19 ve Gıda Güvenliği: Ulusal gıda güvenliği kontrol sistemlerinden sorumlu kuruluşlar için kılavuz”, ülkelerin gıda güvenliği kurumlarına geçen hafta gönderildi. Bu “Geçici kılavuz” azalan gıda güvenliği denetimlerinin etkinliğini sağlamak ve gıda güvenliği risklerini kontrol edebilmek için alınabilecek geçici önlemler gibi konularını ele alıyor.

Dünyada çoktan beri tartışılan bir ikilem bu; “açlık mı? çevre mi?”

Böyle bir ortamda gıda işletmelerinin denetimlerini yapmak, ihracat için gerekli belgeleri hazırlamak, ithal ürünleri kontrol etmek, gıda tedarik zincirinin güvenliğini izlemek, gıda analizleri yapmak, gıda endüstrisi için gıda güvenliği ve mevzuat tavsiyeleri vermek ve toplum ile gıda güvenliği konularında iletişim kurmak, her zamankinden daha zor hale gelmiş durumda. Pandemi nedeniyle “açlık krizi” ile karşı karşıya kalan milyonlarca insan var.

Görüntü net: Ulusal gıda güvenliği kontrol sisteminin bütünlüğünü korumak, gıda tedarik zincirini ve uluslararası ticareti desteklemek için tüm yetkili gıda güvenliği kuruluşlarının COVID-19 salgını süresinde kritik seviyede önemli hizmetlere öncelik vermesi gerekiyor.

DSÖ ve FAO diyor ki; “Bu çerçevede güvenli gıda tedarikini hemen etkileyemeyecek olan düşük riskli kontrol faaliyetlerinin geçici olarak askıya alınması düşünülebilir”.  Bu doğru bir şey midir bilemiyorum.

DSÖ ve FAO bu askıya alma girişimini şöyle tanımlıyor: Böyle bir adımın atılması, yetkili gıda güvenliği kuruluşunun personelinin sağlığını ve güvenliğini sağlamasına katkıda bulunacak; riskin yüksek olduğu, güvenli gıda için kritik olan faaliyetlere daha fazla odaklanmaya olanak tanıyacaktır.

Aslında bu tartışmalar, pandemi öncesinde başlamıştı… Çoğu düşük ve orta gelirli ülkede açlık ile mücadele ile yeterli ve sağlıklı beslenmenin sağlanabilmesi için gıda üretimi kaynaklı sera gazı salınımında ve içme suyu kullanımında ciddi bir artış olması gerektiği gösteriliyor yıllardır. Pandemi bu durumu katlanarak sürdürecek gibi görünüyor…

Şimdi şu ara Covit-19 nedeniyle sıkça gündeme gelen Johns Hopkins Yaşanabilir Gelecek Merkezi tarafından yapılan çalışma GEC dergisinde geçen Eylül’de yayınlanmıştı.  Çalışmada obezite, yetersiz beslenme ve iklim değişikliğinin dünya nüfusunu etkileyen en temel sorunlar olduğu dile getirilirken, bunların ortak noktasının gıda üretim ve tüketimi olduğu ifade edildi. Araştırmacılar hem açlık, hem de iklim krizini ülkeler bazında incelemişlerdi.

140 ülkede beslenme alışkanlıklarındaki değişimin sera gazı salınımı ve içme suyunu nasıl etkileyeceğini inceleyen araştırmacılar, modellemede 9 bitki ağırlıklı beslenme şablonu kullandılar. Bu diyetler arasında kırmızı et tüketilmeyen beslenme, sadece balık eti tüketilen beslenme (peskataryen), vegan beslenme, süt ve yumurta tüketilen vejetaryen beslenme gibi çeşitler yer aldı.

Araştırmanın temel sonuçlarından biri, hayvansal proteinin beslenme zincirinin alt sıralarında bulunan küçük balıklar, yumuşakçalar gibi canlılardan alınmasının çevreye etkisinin neredeyse vegan bir diyet takip etmekle eşdeğer olduğu şeklinde oldu. Çalışmada ayrıca hayvansal gıda tüketiminin üçte iki oranında azaltılması ile sürdürülen “üçte iki vegan” diyetin; iklim ve su ayak izinin, süt ve yumurta tüketilen geleneksel vejetaryen beslenme tarzına göre daha düşük olduğu da görüldü.

Sonuçlar hem iklim, hem açlık sorununu tüm ülkeler için ortadan kaldıracak tek bir ortak çözüm bulunmadığını gösterdi. Gıdaların menşe ülkesi üzerindeki etkiyi farklılaştırabiliyor. Örneğin Paraguay’da üretilen bir birim sığır eti; Danimarka’da üretilen bir birim etin 17 katı daha fazla sera gazı salınımına neden oluyor. Bu fark büyük oranda ormanların otlak olarak kullanılmak üzere yok edilmesinden kaynaklanıyor.

Çalışmada incelenen beslenme motifleri arasında çevresel ayak izine en fazla etki eden bileşenin süt ürünleri tüketimi olduğu ifade ediliyor. Diğer yandan süt ürünleri çocuklarda gelişim bozukluklarını engellemek için sağlık otoriteleri tarafından öneriliyor. Bu nedenle genel bir çözüm henüz üretilemiyor.

Bakalım neler olacak? Bu işin “Yeni Normali” ne olacak?