GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Engin ÖNEN
YAZARLAR
5 Kasım 2020 Perşembe

Orta sınıfın depremle imtihanı!

Aslında bütün doğal felaketler toplumdaki eşitsizliğe ayna tutar… Depremler, seller ve salgınlar genellikle yoksulların canını daha çok yakar… Çünkü onlar diğer kesimlere göre daha korunaksızdırlar... Nitekim deprem ve enkaz görüntüleri dendiğinde zihnimizde, genellikle köylerdeki ve gecekondulardaki yıkıntılar canlanır…

Bir süredir sonuç değişti biraz… Çünkü artık deprem orta sınıfların da canına ve malına büyük zarar veriyor... Örneğin son deprem, Sığacık’ta bir yaşlı kadının boğulması hariç, İzmir’in sadece Bayraklı İlçesi’nde can kaybına neden oldu...

100’ün üzerinde can kaybı, binin üzerinde yaralı, yıkılan onlarca çok katlı yapı ve kullanılamaz yüzlerce bina, doğal olarak zemin ve inşaat güvenliği boyutuyla tartışılıyor… Bu depremde gecekondu ve köylerden can kaybı haberi duymadık... Buna karşılık yıkılan ve ağır hasarlı binaların neredeyse tamamı merkez semtlerde bulunuyor…

***

Onlar çok mu güvenli ve denetimli binalarda yaşıyorlar? Tabii ki, hayır… Ancak bu depremin açığa çıkardığı şey yoksulluktan ziyade, çarpık kentleşmenin gecekondu olgusu değil, apartmanlaşma boyutu oldu...

Gecekonduların apartmana dönüşüm öyküsü, kentleşme serüvenimizin en kritik aşamalarından biridir… Gecekondu, kente yığılan yoksul kitlelerin başını sokacak barınak sorununu çözmek olarak gözüktüğü için devlet tarafından dolaylı bir şekilde teşvik de ediliyordu. Hem ucuz işgücü deposu hem de kendi başının çaresine bakan yoksul kitlelerin mekanıydı gecekondular…

Gecekondu yoksulluk ve göçmen ile apartman ise, orta sınıf ve kentlilikle özdeşti… Göç ve gecekondu yaygınlaştıkça ve zamana yayıldıkça sadece ucuz işgücü değil aynı zamanda oy deposu da oluşturuyordu...

Tapu tahsis belgeleri, imar afları ve dikey yapılaşmayı teşvik eden yeni imar planları, sadece kentin mekânsal yapısını değil, sosyal ve sınıfsal (hatta siyasal) yapısını da çok köklü şekilde değiştirdi... İş hayatı ve meslekten daha önemli bir gelir/kazanç kaynağı ortaya çıktı... Tek katlı ya da iki katlı bina sahipleri bir anda çok sayıda dükkan ve apartman dairesi sahibi olma imkanı yakaladı…

Bu durum göçün sonucu olduğu kadar yeni göçlerin nedeni de olabiliyordu... Yine bu şehirleşme tarzı, sınıfsal yapıyı alt üst ediyordu... Mesleğe ve çalışma yaşamına değil ama imara ve yapılaşmaya dayanan yeni bir orta sınıflaşma oluştu metropollerde…

***

Devlet ve yerel yönetimler de adeta bu eksende politikalarını gelenekselleştirdiler... Sadece yatay yapılaşma dikeyleşmeye başlamadı, kentin hızlı genişlemesi sonucu, kentin içinde kalan tarım alanları da bu imar baskısından muaf kalamadı… Gecekondu bölgeleri gibi bu alanlar da yeni rant alanlarına dönüştü…

İmar, çok katlılaşma ve kentsel dönüşüm projeleri, meslek dışı bir faktör olarak geniş kesimlerin refahını yükseltici en önemli faktöre dönüştü. Gerçi bu orta sınıflaşma geleneği, kültürü olan bir orta sınıfı ifade etmiyordu. Kuşaklar boyunca aktarılan değer ve davranışlara sahip değildi. Ama siyasal partiler ve yerel yönetimlerin en önemli dinamiğini oluşturacak kadar etkiliydi… Müteahhitlik, kenti dönüştürmede en önemli mesleki faaliyetti…

***

Özetlemeye çalıştığımız bu şehirleşme modeli, denetimden yoksun olduğu gibi, planlama tarzı ile de şehircilik ve mühendislik ilkelerini ihmal ederek ilerledi, halen de öyle devam ediyor…

Bu ihmal, sadece yoksul mekanları değil, şehrin büyük bölümünü, deprem ve diğer doğal felaketler karşısında riskli hale dönüştürüyor ne yazık ki… Son depremin yoksul semtleri değil de bir orta sınıf bölgesini vurmasını biraz da bu açıdan değerlendirmek mümkün sanırım…