GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Erkan SEVÝNÇ
YAZARLAR
20 Mayıs 2020 Çarşamba

Naira

İki ayı aşkın süredir genelevler ve pavyonlar kapalı. Hiçbir yayın kuruluşunun yönetmeni de muhabirini “git bak bakalım bu insanlar ne yapıyor?” diye yönlendirmiş değil. Konuyla ilgili köşe yazısı da hiç okumadım desem yeridir.80’li yıllarda Basmane pavyonlarında ve Tepecik Genelevi’nde yazı dizisi hazırlamış biri olarak on gündür bu konuyu takip ettim. Tahmin edebileceğiniz gibi belirli müşterisi olanlar işi merdiven altına kaydırmış durumda. Ancak Yenişehir esnafının çoğu banka kredilerine başvurmuş. Çıkan var, çıkmayan var. Kadınların bir kısmı memleketlerine gitmiş, bir kısmı patronlarının eline bakıyor. Patron deyip geçmeyin bu memlekette vergi rekortmeni olan Matild Manukyan bir genelev patroniçesiydi. Seks işçisi kadınlar da  faturalarını ödeme derdinde.

Kahramanlar’da TV programlarına da ev sahipliği yapan bir pavyonda bekçi ile dertleştik. “1 Haziran”da açılacakmışsınız” müjdesini veriyorum, kafasını sağa sola sallıyor ve ”Açılacağız da nasıl açılacağız? Sosyal mesafe diyorlar. Bizim işimiz mesafesizlik. Maske diyorlar, temas yok diyorlar. Bizim işimiz yakın temas” diyor.

Pavyon deyince  Müslüm Gürses’lerin, Kibariye’lerin, Yıldız Tilbe’lerin çıktığı bir kültürden bahsediyoruz. Bu mekanlarda en önemli işlerden biri de otoriteyi sağlamak. Alkol şişede durduğu gibi durmuyor. Fare alkolü çekmiş “Getirin o kediyi buraya” demiş, o hesap. Pavyonda sahne alan eğlendirici ekip var. Hizmet eden garsonlar, güvenlikçiler var. Bir de konsomatris kadınlar. Müşterilerin masalarına oturarak onlarla konuşan bu kadınlar “vol” ismi verilen içkileri açtırdıkça yevmiyelerini alıyorlar. İsterlerse iş sabaha karşı bitince müşteri ile çıkabiliyorlar.

Meslek gereği sürekli olarak içmek, kusmak, düzensiz uyku, genelde fast food beslenme, bol kahve ve sigara, enerji içeceği, ectasy türü haplar olmazsa olmazlardan. Yaralanmalar, aşağılanmalar, kendini kesmeler, intihar teşebbüsleri, sürekli kürtaj işin bonuslarından. Size Ergün Altan’dan dinlediğim Nevbahar’ın öyküsünü anlatmak istiyorum. Ya da ben değil kendisi anlatsın daha iyi..

“Ben Nevbahar Şoray. Biliyorum beni alkışlamayacağınızı. Her akşam son bir kadeh şarap içip eve gider ve Alzheimer hastası anneme ilaçlarını verip, uyuması için ona yarım saat kadar ud taksimi yaparım. Annem, ben ud çalmadan uyuyamıyor ve anneme ud çalarken ikimizin de gözünde yaşlar birikiyor…

Adım nüfustaki adım olmakla birlikte, soyadım ilk çalıştığım pavyon sahibi tarafından “Şoray” olarak uygun görüldü. Pavyonlarda yalnızca ud çalıp şarkı söylemiyorum; müşterilerle içki içmek, sohbet etmek gibi görevlerim de var ve müşteriler tek başlarınayken ödeyecekleri hesapların birkaç kat fazlasını ödemeyi kabul etmiş oluyorlar. Türkan Şoray nasıl filmlerinde sevişmiyorsa ben de müşterilerle sevişmiyorum ve bu yüzden soyadım Şoray oldu.

Ud çalmayı annemden öğrendim. Onlarca güftesi ve bestesi bana ait şarkım var. Şansım yaver gitse, TRT repertuarına girebilecek, nice üstatlar tarafından takdir edilebilecek, sanat müziğinden hoşlanan nicesinin diline dolanabilecek şarkılar bunlar. Olmadı işte…

Şimdi size Sadettin Kaynak`a ait bir eser icra edeyim.

Canan gelmezse eğer, cana hicran düşermiş

Ne gül manidar olur, ne de bülbül ötermiş

Ömrün gençlik çağları kasvet ile geçermiş

Ateş-i aşk derlermiş aşığın gözyaşına…

İnandınız değil mi bu şarkının Sadettin Kaynak`a ait olduğuna? Benim ilk bestemdir oysa. On yedi yaşında yazıp bestelemiştim. İlk kez bir topluluk önünde seslendirmemse, ilk çalıştığım pavyonda oldu. “Şimdi, siz değerli müşterilerimize, Itri Efendi`den bir şarkı icra edeceğim” demiştim ve şarkıyı söylerken müşterilerden şöyle yorumlar gelmişti:

“Itri Babaaa, mahvettin beni babaaa!”

“Ulan fahişe, böyle kıymetli bir eser pavyonda söylenir mi; Itri Efendi mezarında ters dönmüştür şimdi!”

“İçine ettin güzelim şarkının asıl Zeki Müren`den dinlemeli bunu”

Yedi kez işyeri değiştirdim, hepsi de pavyondu. Gününüzün yarısını, bazen de daha fazlasını birbirinden sıkıcı, uyduruk, sömürülerle dolu işlerde çalışan sizler ne kadar ahlâklıysanız, benim ahlâkım da sizinkinden aşağı kalır değil! Bankacılıktan, reklamcılıktan, borsadan kazanılan bir para helâl paraysa, benimki de öyle! Tüccarlık, muhasebecilik, turizmcilik ne kadar meşruysa, benim işim de o kadar meşru.

Başarısızlıklarla dolu bir okul geçmişim olmakla birlikte, açık öğretim kamu yönetimi bölümü mezunuyum. İlkokuldaki hayat bilgisinden tut da, üniversitedeki anayasa hukukuna kadar bütün derslerin yalanlı, fesat, üçkâğıtçı olduğuna inanıyorum. Erkeklerin yazdığı tarih dersi kitaplarından nefret ediyorum mesela o kahramanlıkların, o kutsanmışlıkların, o destanlaştırılmış savaşların benim ruhumu nasıl daralttığını anlatamam size.

Ne öğrendim biliyor musunuz? Bu dünyanın çözülebilecek bir sırrı yok; herkes kendi sırrını çözmeli. Ben kendi sırrımı çözdüm. Kızımın annesi, kedilerin insanı ve dostuyum, mülteci çocukların arkadaşı ve kimsesizler mezarlığındaki cümle ölülerin akrabasıyım.

“Pavyona düştüğüne, hayatının kaydığının bakmıyor da, abuk subuk şeyler anlatıyor!” diyenleriniz olacak. Dibe vurmuşken, tutunamamışken, bu ellerde gurbetlik çekerken size bir sır daha vereyim. Annem bana Nevbahar diye değil, Naira diye seslenirdi adımı unutmazdan önce. Özgürlük demek Naira ve ben Ermeni olduğumu söyleyemem kimselere…”