GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
12 Mart 2019 Salı

Mart’ın sonu…

Hoş bulduk! Ben de sizleri özledim. Son 3 yılda 20 yıl koştuğum bu kulvarınbiraz dışına çıksam da gazetecilik insanı her an çağıran ve yöneten bir içgüdü gibi… DNA’mızda var desek yeri…

Çok uzaklara gitmiş de değilim hani. 20 yıl gazeteci olarak takip ettiğim siyaset gündemini bu kez araştırma şirketi yöneticisi olarak izliyorum.

Ve genelde ‘mutfak’ çalışmalarında başroldeyim.

Mutfak, atölye çalışmaları, sunumlar vs…

Neyse… Asıl konumuza gelelim.

Sıklıkla sorulan o sorulardan başlayalım.

Mart’ın sonu bahar olacak mı?

CHP/ millet ittifakının afişlerini süsleyen bu slogan, aslında Türkiye’nin önemli bir ihtiyacının da altını çiziyor. Bahara olan susamışlığımızın…

Kürt kökenli şair/yazar/siyasetçi Kemal Burkay’ın sözleri, Ermeni müzisyen ArtoTunçboyacıyan’ın müziği ve İzmirli Sezen Aksu’nun harikulade sesinden aşina olduğumuz ‘gülümse’ şarkısında dendiği gibi…

Belki şehre bir film gelir,
Bir güzel orman olur yazılarda…
İklim değişir Akdeniz olur,
Gülümse!

Malum slogandaki ‘bahar’ vurgusunu iki açıdan okumak mümkün…

İlk olarak ülkeyi 16 yıldır tek başına yöneten siyasi iradenin değişme ihtimali… Ve de buna bağlı olarak adalet, demokrasi, eşitlik, özgürlük hatta ekonomi alanlarındaki durağanlığın, geriye gidişin durması, ileriye doğru olumlu yönde bir değişimin başlaması…

Metaforik açıdananlatılmak istenen de budur.

Lakin kazın ayağı çok da öyle değildir.

Yani tam da burada ‘bahar’ beklentisinin ikinci boyutu öne çıkmaktadır.

Yani topyekûn bir değişim beklentisinden söz ediyorum.

Tepeden tırnağa bir yenilenme… Tazelenme…

Uzun süren kara kışa dair tüm izleri silecek bir yeniden doğuş…

İnanıyor ve görüyorum ki; yerel seçimleri AK Parti’nin kaybetmesi, memlekete arzulanan baharı getirmeye yetmeyecektir.

Yerine daha iyisini koyamadığınız sürece AK Parti iktidarının birkaç kalesinde seçim kaybetmesi olsa olsa kısa süreli bir yalancı bahar havası yaratır. O kadar…

Sonrası kaos, belirsizlik ve belki de sonbahar…

Şurası kesindir ki; AK Parti Başkanı Erdoğan bir süre önce ‘metal yorgunluğu’ olarak koyduğu teşhisin hakkını tam anlamıyla verebilmiş değildir.  Yani toplumun beklediği sahici değişimi, partisi içinde bile hayata geçirebildiği söylenemez. O nedenle birkaç ‘dinozoru’ emekliye sevk etmekten öte bir anlam taşımamıştır yaşananlar. 

CHP mi?

Hiç sormayın!

Koltuk telaşı, ekip kaygısı/kavgası, kurultay korkusu tüm sürece hâkim olmuş görünmektedir.

Tereyağından kıl çekmek kadar kolay çözülebilecek ‘kale’ İzmir’den devasa krizler üretmeyi başaran CHP,  ne yazık ki ‘alt kimlik siyasetinin’ de esiri olmuş izlerimi vermektedir.

Uzun lafın kısası CHP yönetimi ülkeyi esir alan siyasal/toplumsal kutuplaşma ikliminin kendisine düşen kısmında keyif çatmaktadır. Yani Erdoğan’ın Konya’da, Kayseri’de, Erzurum’da yaşadığı rahatlığı Kılıçdaroğlu İzmir’de, Kadıköy’de Beşiktaş’ta yaşamaktadır.

Tarihe ‘muhalefete muhalefet yapan muhalefet’ olarak geçecek olan Devlet Bahçeli, izlediği propaganda filmlerinin etkisinden bir türlü çıkamamış hatta bütün bir ülkeyi olmayan sorunlara inandırma gayretiyle ödüllük bir performans sergilemeye devam etmektedir.

Büyükşehirlerde aday çıkarmayarak önemli bir hamle yapan HDP, bu açıdan 31 Mart tablosuna olumlu ya da olumsuz etki eden en önemli faktör olmayı şimdiden garantilemiştir.

Süreçte şu ana kadar en beğendiğim performans Saadet Partisi’nin performansı… Milyonlara ulaşan reklamları, tutarlı, anlaşılır ve net mesajlarıyla Saadet, 2009’da Numan Kurtulmuş’la yakaladığı yüzde 6 çıtasını aşarsa kendi adıma şaşırmam…

Beka, ezan gibi kutsallar üzerinden en azından 24 Haziran seçmenini konsolide etmeye çalışsa da Erdoğan’ın elini zayıflatan reel ekonomi…

Adına ister yokluk, ister varlık deyin bu ülkenin insanı ucuz patates-soğan almak için tanzim kuyruğuna mahkûm olmuşsa, bunun siyasal açıdan bazı sonuçları olacaktır.

Bu açıdan 31 Mart akşamı balkondan ‘mesajı aldık’ mesajı bekleyenlerdenim.

Muhalefete gelince;

Hiç kusura bakmasınlar… 2002’den bu yana yenilmeye doymadıkları iktidarın kalelerinden birkaç burçtan fazlasını koparacak gibi görünmüyorlar.

Muhalefeti dahası toplumsal muhalefeti motive eden İstanbul ve Ankara adaylarının olası zaferi…

Daha çok da İstanbul adayı İmamoğlu’nun…

Karadenizli, merkez sağ kökenli ve muhafazakâr… AK Partinin geleneksel tabanıyla doku uyuşmazlığı sorunu yok. Ve de son derece nazik ve bütünleştirici… 

Ve ‘koskoca’ Cumhurbaşkanı,  onca işin gücün arasında İmamoğlu’na verip veriştiriyorsa mesele hayli ciddi derim ben.

Ben İmamoğlu’nu 1994’ün Erdoğan’ına benzetiyorum. Hakim ideoloji, rejim tarafından baskılanan, medya tarafından horlanan, ötekileştirilen; kendisini anlatmak için çırpınan ve alttan alta önemli bir kitleyi arkasına almayı başaran Rizeli mağdur Erdoğan’ı görüyorum Trabzonlu Ekrem İmamoğlu’na bakınca…

Muhtemelen Erdoğan da kendisini görüyor olmalı…  Sık sık yüklendiğine göre!

İstanbul demişken… Binali Yıldırım’ı es geçemeyiz. İzmir’in suyunu içtiği o kadar belli ki…

Erdoğan’ın konsolidasyon kokan çıkışlarından eser yok. Hatta ‘rahatsız edici bir rahatlığı var’ diyebiliriz.  Son derece hoşgörülü,  seviyeli, yer yer esprili bir dil kullanıyor.

Hatta ‘bu ülkede beka sorunu yoktur’ diyebilecek kadar da ileri gidebiliyor.

Kimileri bu tutumu rakibinin diline, üslubuna ayak uydurmak olarak görebilir.

Ancak onu yakından tanıyan bizler için Binali Yıldırım’ın bandı beş yıl geriye sarmış halidir bu.

Yıldırım İzmir adaylığı dahil Türkiye’nin en uzun soluklu Ulaştırma Bakanı olduğu dönemde tam olarak böyle biriydi zaten.  Hiçbir ideolojik tartışmanın tarafı olmazdı. Kendisine uzatılan mikrofonlara “Ben amele bakanıyım… İşime bakıyorum’ diye yanıt verirdi.

İşte bugün İstanbul’da izlediğimiz Binali Yıldırım, Erdoğan’ı taklit etmek zorunda kaldığı başbakanlık, meclis başkanlığı gömleklerinden kurtulmuş yeniden ‘amele bakan’ olduğu yıllara dönmüş bir portre çizmektedir.  Hatta bu açıdan biraz rahatlamış bile görünmektedir.

Bir temenni ile bitirelim.

Umarım Mart’ın sonu gerçekten bahar olur.

Hepimizin yüreğini ısıtacak, umutlarını yeşertecek bir bahar…