GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Kemal ARI
YAZARLAR
28 Ağustos 2021 Cumartesi

Malazgirt ve Büyük Taarruz...

Malazgirt Zaferi, 26 Ağustos 1071’dir…

Büyük Taarruz da, 26 Ağustos 1922.

Arada 851 yıl fark var.

İlkinde Sultan Alparslan komutasında Selçuklu ordusu, Ahlat üzerinden Malazgirt Ovası’ndaki Bizans Ordusu’na saldırdı ve neredeyse dört kat daha güçlü Bizans Ordusu, Türk Saldırısı karşısında darmadağın oldu.

Darbe keskin, yenilgi kesindi.

Bizans İmparatoru Romenes Diogones Sultan Alparslan’ın önüne yenilmiş bir ordunun komutanı olarak çıktı.

Malazgirt Anadolu'yu Türk'e yurt yaptı.,,

İkincisinde ise o şanlı zaferle Türk Yurdu yapılmış Anadolu, Bizans’ın torunları olan Yunanistan’ın işgaline uğramış, üç yıldan fazla bir zamanda yayılarak genişleyen işgal, Ankara önlerine kadar ulaşmıştı.

Anadolu, Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde örgütlendi, bir ölüm kalım savaşına gitti.

Ve 26 Ağustos 1922 günü, günün ağarmasıyla birlikte Yunan Ordusu’na büyük bir saldırıya geçti.

Kanlı muharebeler; direnen tepeler ve aralıksız süren piyade hücumları…

Kan-revan; ölümle yaşam iç içe geçmiş bir halde, başaramazsa bütün yurdun elden gideceğini gören Türk Ordusu’nun nefes almadan gerçekleştirdiği saldırılar sonucu, Yunan Ordusu’nun 30 Ağustos günü imha edilişi ve kılıç artıklarının taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmadan, yakıp yıkarak çekilişi…

Büyük Taarruz da Anadolu'yu Türk'e yeniden kazandırdı.

Yoksa Türk Yurdu, emperyalizm tarafından yutulmuş, Türk ve Türklük tarihten silinmişti.

***

Bu iki önemli tarihsel olaya bakınca Alparslan’la, Mustafa Kemal Paşa yan yana gözler önüne getirildiğinde, birbirlerine ne kadar yakışıyorlar değil mi?

İkisi de bizim büyük Ata’mız…

İkisi de göğüslerimizi kabartan büyük kahramanlarımız…

Ve onların nesli olmaktan dolayı ancak gurur duymak düşer bizlere, biz yurtseverlere.

Ancak bir şey var ki, bunu dile getirmekten de geri kalamayız:

Türkiye o denli milli birlik ve bütünlük duygularından uzaklaşmaya başlamış ki, her iki kahramanı ve her iki olayı kabullenmek ve bunlarla gurur duymak varken, insanlar siyasi eğilimlerine göre ya Malazgirt’e ya da Büyük Taarruz’a ve Başkomutanlık Zaferi’ne sahip çıkıyorlar…

Birisine sahip çıktığınızda Osmanlıcı, ötekine sahip çıktığınızda Atatürkçü olduğunu hisseden garip tipler var bu memlekette.

Duygularımızı bu biçimde yarıştırmak hatta çarpıştırmak, bu toplum için bir felaket işaretidir.

Bu tuzağa düşmemek gerekir.

Siyaset dünyasının da bu ayrışımlara gözünü kapatması kabul edilemez.

Tarihte süreklilik önemlidir; ortada söz konusu olan, en aşağı yedi bin yıllık tarihi olduğunu bildiğmiiz Türk Milleti’nin soylu tarihidir.

Tarihin o dönemi sizin, bu dönemi de bizim diye bir ayırımcılık yapamayız.

Atatürk ne kadar bizimse, Sultan Alparslanlar, Fatih Sultan Mehmetler ve Kanuniler de bizim…

Evet, tarihimizde sorumluluk mevkiine geçip, utanmamızı gerektirecek basiretsizlikler göstermiş kişiler de var, yok değil.

Bunlara bile nefret duygularıyla bakamayız; oturur araştırıp, nerede yanlışlar yapıldığını, ne gibi durumlarda bu olumsuzlukların ortaya çıktığını aklımızla tartışır, gerçeklerle yüzleşiriz.

Bu da tarihten alacağımız en önemli derstir.

Ama bunu yapmayıp, tarihi kişiliklere siyasal anlamlar yükleyip, onları birbirleriyle bir siyasi çekişmenin içine sokarsak bize hem medeni dünya güler hem de bunun acısını yaşayacak olan çocuklarımız yüzümüze tükürür.

Bunu yapmayalım.

Elin oğlu olmayan tarihine tarihi olaylar yaratmaya çalışırken, biz bizde olanları siyasal hırslarımız uğruna bir çırpıda harcamayalım.

Malazgirt’i de kutlayalım, Büyük Taarruzu da coşkuyla analım ve kutlayalım.

Aklın da uygar olmanın da gereği butur.

Unutmayalım bizler Türk Milleti olarak tekiz; iki ayrı millet parçası olamayız.

Parçalı olmak, bölünmenin ilk işaretidir.

Bu tuzağa düşmemek gerekir.