GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Mehmet KARABEL
YAZARLAR
1 Kasım 2019 Cuma

Kalp’ten sevmiştik… Kalp’ten gitti; Unuttuk!

Bu fani dünyayı terk etmeye gör…

Hemen unutuluyorsun…

O da, “unutulanlar” listesinde…

Dün, ölüm yıldönümüydü…

Beş yıl geçmiş aradan; var mı hatırlayan?

***

Bulgaristan’da doğdu…

Dört kardeşi daha vardı…

Babası, hamaldı; annesi de süpürgeci…

Evdeki adı; “Ahmet”ti…

Sokaktaki ve okuldaki adı ise, “Angel Jordanov Kapsov”…

Neden böyle?

Çünkü, o yıllarda Bulgaristan’da Türkçe isimler yasaktı…

Oysa, babasının adı Hüseyin’di…

Şaka gibi, değil mi?

***

Daha parmak kadarken akordiyon çalmayı öğrendi…

Düğünlerde çalgıcılık yapar, eve para getirirdi…

Sahnede çok kıvraktı…

O dönemde Bulgaristan’da çok tutulan bir araba vardı…

Halk arasında o otomobile “Zhiguli” diyorlardı…

Bir anda o çalgıcı çocuğu bu adla çağırmaya başladılar…

Sonraları o “sahne adı” olarak üstüne yapıştı kaldı!

***

Hem çalışmak hem okula gitmek zordu…

Zar zor ilkokulu tamamlayabildi…

İşin kötüsü…

Bulgarca yazıyor; Türkçe okuyordu…

En büyük hayali İstanbul’da sahneye çıkmaktı…

Bu arada sevdalandı; Ayten adında bir kıza…

Evlendiler…

Nikah masasına oturduğunda daha 18’ine girmemişti…

İki oğlu oldu…

O sıralarda İbrahim Tatlıses ile Ferdi Tayfur…

Bizim çalgıcının rüyalarına giren şarkıcılardı…

Oğullarının isimlerini ne koydu beğenirsiniz?

Birine “İbrahim”, diğerine “Ferdi”

Kendisi bi’türlü “Ahmet” olamamıştı ama…

Hiç olmazsa…

Kendi çocuklarına Türkçe isim verebilmişti!

***

Türkiye özlemiyle yanıp, tutuşuyordu…

Sonunda…

“Bu böyle olmaz” dedi; rüyalarına giren İstanbul’a gitmeye karar verdi…

Pasaport çıkardı; otobüs biletini aldı ve…

“Ver elini yedi tepeli kent…” diyerek yola çıktı…

İstanbul’daki ilk gününü şöyle anlatmıştı bi’röportajda:

“O gece otelde kaldık; su var, banyo var, yumuşak yatak var… Hemen beni götürdüler bir düğüne... 50 lira verdiler... Nasıl sevindik biliyon mu?”

***

Çok güzel bi’gülüşü vardı…

İnsanlar bayılıyordu O’nun neşesine…

Ne ilginçtir ki…

Sahne hayatına Hülya Avşar’ın arkasında akordiyon çalarak başladı…

Sonra Kumkapı yılları…

O insanları güldürüyor…

İnsanlar da O’nun neşeli haline bayılıyordu…

Artık…

Yırtık ayakkabı ile geldiği İstanbul’da…

Bir “yıldız” namzediydi…

Hani, derler ya…

“İzmir Fuarı yıldız yaratır…” diye…

Çok doğru bir tanımlamadır bu…

Fuar’da alkış alan sanatçı, şöhrete yürür…

İzmir’in tutmadığı ismin ise yıldızı söner…

Aynen öyle oldu…

90’lı yılların sonunda; İzmir Fuarı’nda…

Hem Sibel Can’ın hem de Tatlıses’in arkasında akordiyon çaldı…

Şöhrete ulaşmaya “bi’tık” kalmıştı…

***

Allah, “Yürü ya kulum…” deyince…

İlk albümünü yaptı…

Çıkış şarkısı, “Binnaz”dı…

Hatırladınız mı?

“Çalgıcı karısı Binnaz… / Esnaf karısı Binnaz…”

Albüm “1 milyon” sattı; leblebi çekirdek gibi gitti…

Kaset bir ilaç kutusu gibi hazırlanmıştı ve üstünde…

“Stres ve üzüntünün tedavisinde…” yazıyordu…

O’nunkisi “yaşayan” bir şarkıydı…

Şarkıya adını veren Binnaz…

Ciguli’nin klarnetçisi, “Gırnatacı Ahmet Babati”nin karısıydı…

Arkasından…

“Yapma Bana Numara” şarkısı geldi…

Bereketliydi; rüyaları gerçek oluyordu…

Nitekim…

“6. Kral TV Video Müzik Ödülleri”nde…

“En İyi Çıkış Yapan Erkek Sanatçı” ödülünü kaptı…

***

O kadar hızlı ünlenmiş…

O denli halkın sevgilisi haline gelmişti ki…

Dizi ve film teklifleri arka arkaya yağıyordu…

90’lı yıllar biterken “Bizim Sokak” dizisinde oynadı…

Rahmetli Kemal Sunal gibi…

Unutulmaz bir yüzü vardı…

2012 yılında çevirdiği “Bu Son Olsun” filmindeki müzisyen rolü…

O’nu “kral” tahtına oturttu…

İki yıl sonra…

“Olur Olur” ve “Limonata” filmlerini çekti…

Ancak, son filmini seyretmek nasip olmadı!

***

Son sahnesini 2014 yazında…

İstanbul Açıkhava Tiyatrosu’nda yaptı…

“Binnaz” ile ortalığı kırdı, geçirdi…

Aradan “sessiz sedasız” birkaç ay geçti…

Kötü haber…

Doğduğu, büyüdüğü Bulgaristan’dan geldi…

Sofya’da kalp krizi geçirmiş…

Hemen ameliyata alınmıştı…

İddiaya göre…

Ciğerlerinde yaşanan sorun nedeniyle…

Narkozdan çıkamamış; ameliyat masasında kalmıştı…

Hayata veda ettiğinde…

Henüz 57 yaşındaydı…

Doğduğu topraklarda, Haskova’da gömüldü…

***

Dün…

Bir dönem akordiyon şovuyla sahnelere adını yazdıran…

“Ciguli”nin beşinci ölüm yıldönümüydü…

Gazetelere…

Magazin sayfalarına…

Önde gelen TV’lere…

İnternet medyasına baktım…

Satır yoktu “Ciguli” için…

Ne hatırlayan vardı, ne de soran…

Milyonların dudaklarında adeta marş olan…

Bir milyondan fazla satan o kıpır kıpır “Binnaz” şarkısı bile…

Radyolarda çalınmıyor artık…

N’oldu bize?

Çok mu vefasız olduk?

Galiba, evet!

Nokta…

Sonsöz: “Dediler ki; gözden ırak olan gönülden de ırak olur… Dedim ki; gönüle giren gözden ırak olsa ne olur? / Hz. Mevlana…”