GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
10 Ocak 2020 Cuma

İmamoğlu’nun kozu

Tarih bilmek, basit bir genel kültürden fazlasıdır.

Başarı hataları azaltmak ve doğruları çoğaltmakla mümkündür. İnsanlık tarih boyunca dünkü, önceki günkü yanlışlarını terk ederek gelişmiştir, ileriye gitmiştir.

Tarih, tekerrürden ibarettir derler.

Yanlıştır.

Tarih, ders almayanlar için tekrar eder.  Ders alanlar aynı filmi bir daha izlemek zorunda kalmaz.

*
Siyasette de öyledir. Başarı için yanlışları azaltıp, doğruları arttırmalısınız.

Yanlışta tekrara düşmemelisiniz en azından.

*
31 Mart seçimlerinde Türk halkı ortaya çok önemli bir irade koydu.

İktidar cephesini uyarırken muhalefeti yüreklendirdi.

Sebep şu ya da buydu.

Üzerinden neredeyse 10 ay geçti.

Peki, bu süreçte iktidar ya da gerekse muhalefet 31 Mart’ı doğru okuyabildi mi?

İktidardan kastım AK Parti, muhalefetten kastım da CHP değil… 31 Mart bir cephe savaşıydı.
Cumhur ve Millet İttifakına açık ya da örtülü destek veren tüm parti ya da kesimleri kast ediyorum.

Cevap veriyorum. Sanmıyorum.

En azından iktidar cephesi 31 Mart’ı doğru okumuş ya da ders çıkarmış görünmüyor.

Bunu İstanbul ve Ankara üzerinden yürütülen politikalardan anlamak mümkün…

Her iki kent de 25 yıl aralıksız milli görüş çizgisinde kaldı.

Hatta İstanbul için ‘Erdoğan efsanesinin başkenti’ demek yanlış olmaz.

Peki, bugün ülkenin en tepe noktasında bulunan Erdoğan, kendi efsanesini yaratan kentte nasıl bir sınav veriyor?

Meşhur Kanal İstanbul tartışmasının alevli günlerinde partisinin genişletilmiş il başkanları toplantısında yaptığı konuşmayı anımsıyorum.  

“İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını nasıl olduysa aldılar ama İstanbul seçimlerini AK Parti kazandı” dedi Sayın Cumhurbaşkanı.

İşin içindeki insanlar olarak bizler Erdoğan’ın ilçelerde ve meclislerdeki üstünlüğünü kast ettiğini anladık. Fakat CHP’li Ekrem İmamoğlu’nun hem de iki kez kazandığı İstanbul’da seçimi nasıl AK Parti’nin kazandığını sanıyorum bu partiye oy verenler de anlamamıştır.

Yani demem o ki Erdoğan daha İstanbul’daki sonucu kabul edebilmiş değil. Ki bu sonuca dair önce sağlıklı bir okuma, ardından da siyaseten ders çıkarmış olsun.

Sadece İstanbul’un değil ülkenin meselesi haline gelen, getirilen Kanal İstanbul’a dair tartışmalar sürerken Başkan İmamoğlu’nun stratejik bir üstünlük kurduğu görülüyor.

Bu üstünlüğü, konuya olan hâkimiyeti kadar 23 Haziran’daki ezici halk desteğine dayanarak başarıyor.  

Ve İmamoğlu’nu dinlerken belediye başkanı olduğu kentin şifrelerini çözdüğünü anlıyorum.

İmamoğlu’nun Kanal İstanbul’a dair maliyet, rant hatta depremsellik eleştirileri belirli bir kesim üzerinde etkili olabilir.

Fakat bence İmamoğlu bu tartışmada asıl golü başka bir yerden atıyor.

İçme suyundan…

“Terkos gölü elden çıkar, Istranca kaynakları tuzlanır…  Yer altı suyu zehirlenir. İstanbul’un çok büyük bir bölümü susuz kalır” diyor ısrarla.

Terkos İstanbul’da musluktan akan suyun diğer adıdır.

Terkos suyu derler.

Ve bunu en iyi Cumhurbaşkanı Erdoğan bilir.

Çünkü eski bir İstanbullu olmanın ötesinde 1994’teki zaferinin kentte yaşanan susuzlukla çok yakından ilgisi olduğunu da bilir Sayın Erdoğan.  Nasıl bilmesin ki!

Bıçak sırtı kazandığı 94 seçimlerini İSKİ skandalına bağlayanlar olsa da O, İSKİ’deki yolsuzluğu bu denli büyütenin İstanbulluları inim inim inleten susuzluk olduğunu bilir.

Merhum Levent Kırca’nın skeçlerine de konu olan susuzluk, İstanbul’un yakın tarihindeki en büyük travmalardan biridir çünkü.

Gazete, televizyon arşivleri arada bir gönderilen tankerlerin önünde bidonlarıyla uzun kuyruklar oluşturan İstanbullularla doludur. Günlerce akmayan, ya da çamur, kanalizasyon gibi akan musluk suyu (Terkos suyu) 1994’ün İstanbul seçimlerinde SHP’nin kaybetmesinin, Erdoğan’ın kazanmasının ana nedenidir.  

Sayın Erdoğan suyun bir kent için ne anlama geldiğini o yıllardan bilmektedir.  

O yüzden de 31 Mart öncesi yaptığı bir konuşmada, 94 su krizine atıfta bulunarak İstanbul’un 40 yıllık su sorununu çözdüğünü ballandıra ballandıra anlatmıştır.

Hatta son birkaç yıl boyunca ısrarla İzmir’in de içme suyu sorununu kendisinin çözdüğünü ifade etmektedir.  DSİ’nin Manisa’da yaptığı Gördes Barajı henüz kente su vermeye başlamamış olsa da Sayın Erdoğan yıllardır “İzmir’in su sorunu vardı, biz çözdük” cümlesini tekrar etmekten geri durmamıştır.

Kanal İstanbul tartışmasında Ekrem İmamoğlu’nun elini güçlendiren içme suyuna dair olası tehdidi ortaya koymuş olmasıdır.  Eğer malum kanal, Terkos Gölü’ne ya da diğer içme suyunu kaynaklarına zarar verecekse, hatta zarar verme ihtimali bile varsa, İstanbul halkı bu projeden tüm desteğini çeker.

Hatta bilimsel açıdan ortaya konulursa Erdoğan da projenin arkasından çekilir.  

Aksi takdirde Erdoğan’ı önce İstanbul’da ardından Türkiye’de iktidara taşıyan içme suyu krizi, bu kez onun sonunu hazırlayan bir faktöre dönüşebilir.

İmamoğlu da bu gerçeği biliyor.

Ve bu nedenle daha çok oradan yükleniyor.

Erdoğan ve İmamoğlu atışadursun su siyasi tartışmaların tarafı yapılmayacak kadar kutsal ve hayatın devamı için en elzem olan şeydir.  

Küresel ısınmanın tehdit ettiği süreçte şimdiden 20 milyona dayanan İstanbul için de öyledir bir zamanlar ‘arsenikli su’ tartışmasının göbeğinde bırakılan İzmir için de…

Herkes için, her yer için, yaşam için…

Suyumuzu koruyalım.