GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
28 Aralık 2019 Cumartesi

Gülşen-i hüsnüne kimler varıyor?

Türk Müziği’nde ‘Koro’ geleneği ne zaman başladı? Ege Kültür Derneği Türk Sanat Müziği Korosu’nun konserinden sonra takıldı bu soru aklıma. Biraz araştırdıktan sonra öğrendiklerimi, sizlerle de paylaşmak isterim. Bilinen gerçektir, Cumhuriyet yönetimi ilk yıllarında, ‘Saray kökenli’ olarak kabul ettiği ‘meşk’ düzenindeki ‘Sanat Mûsikîsi’ne karşı mesafeli durmuş; radyolarda Türkçe şarkılar bile kendilerine 1936’da Gazi’nin özel talimatıyla yer bulmuştur.

Sorumun yanıtını Dr. Fatih Coşkun’un makalesinde buldum: 1940’lı yıllarda kurulan Ankara Radyosu’nda görevli olan Mesûd Cemil Bey, bizzat kendisinin yönettiği ‘Tarihi Türk Müziği Korosu’ adını taşıyan bir topluluk kurarak çalışmalara başlar. Bu çok önemli bir girişimdir. Zira Mesûd Cemil’e kadar yalnızca tek bir solist tarafından seslendirilmekte olan Türk Müziği repertuarı, ilk kez farklı bir performans modeli olan koro tarafından seslendirilecektir.

Beklenen olur ve bu temsil farklılığı sevilir, giderek benimsenir, hatta yaygınlaşır. 1970’li yıllardan itibaren kullanılmaya başlanan ‘Klasik Türk Müziği’ ifadesi de zamanla yerleşiklik kazanır. Başta İstanbul, Ankara ve İzmir’de olmak üzere, TRT Kurumu uzun yıllar Türk Sanat Müziği ve Türk Halk Müziği kimliklerine sahip çıkar ve adeta bir eğitim kurumu işlevini görür. Ülke çapında açılan sınavlarla, ‘yetiştirilmek üzere’ ses sanatçıları alınarak; nota, solfej, makam ve genel müzik teorisi dersleri eşliğinde, her iki branşta da birçok müzisyen kazandırılır kuruma. 1976 yılında da ilk olarak İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuvarı, ardından 1984 yılında Ege Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuvarı kurulur. Günümüze kadar da farklı farklı üniversitelerde peş peşe ‘Türk Müziği’ konservatuvarları ve bölümleri açılır. Kuşku yok ki Türk Müziği, hak ettiği itibarı çoktan kazanmıştır.

***

Murathan Mungan’ın sevdiğim dizelerindendir: “ışıkları yanmamış akşam alacası / okul dönüşü saat beş radyoda fasıl çalar”… “müziğin dördüncü duvarı, karanlığın kundağı/ sarıyor gündüzün yaralarını”…

Çünkü radyodan duyulduğunda ev halkının eşlik etmeye başladığı, benimse o zamanlar hiçbir şey anlamadığım hüzünlü akşamüstleri geliyor aklıma: “Gülşen-i hüsnüne kimler varıyor/ Kim ayağın öperek yalvarıyor / Bağrımı şâne gibi kim yarıyor. / Sevdiğim zülfünü kimler tarıyor.” şarkısını söylüyor koro; benim aniden içim ürperiyor.

Geçen yıl söz verdiğim halde gidememiştim, bu yılki konseri fırsat yaratıp dinlemeye geldim, ne iyi etmişim. Ege Kültür Derneği’nin Öğr. Gör.Ufuk Demirbaş yönetimindeki Türk Sanat Müziği Korosu’nu dinledik dün akşam, eşle dostla ve büyük bir keyifle…

Önce Bimen Şen’den güzel bir klasik şarkıyla başladılar kulaklarımızın pasını silmeye: “Yıllar ne çabuk geçti o günler arasından”… Gel de kederlenme derken, kimi içli kimi neşeli şarkılarla zaman su gibi aktı, hüzünlenmeye bile fırsat bulamadan. Çok güzel bir konser gecesi yaşadık, çoğu zaman şarkılara birlikte eşlik ederek. “Değdi Saçlarıma Bahar Gülleri” diye sevinir misiniz, “Nâzende Sevgilim” mi dersiniz, yoksa “Erkilet Güzeli”ni yâd edip “Akşam Olur Sabah Olur Yar Gelmez” diye dertlenir misiniz? Biz bir salon dolusu insan, Yeni Yılı karşılamak için verilen bu konseri dinlerken çok eğlendik. Böyle güzel akşamlarda insan hatıralara dalıp gidiyor ister istemez. Eminim aramızda ada sahillerinde bekleyen de olmuştur, gönül penceresinden ansızın bakıp geçen de… İyi ki şarkılar, türküler var duygularımıza tercüman olan. İyi ki değerli şeflerimiz, hocalarımız var sanatı sevdiren, hayatı güzelleştiren.

Gecenin en büyük sürprizi ise, artık bizden biri olduğuna hiç şüphe duymadığım Sevgili Reinhilde Lingier Özbilgin’den (yani bizim Sevgili Rein’den) geldi. Artık kime(!) ithafen söylediyse, Yusuf Nalkesen’in Nihâvend Fantezi eseri,“Huysuzsun Huysuzsun Kabul Et Bunu” şarkısını son derece içten icra etti. (Öcal Hocam affedin, bizim evde de dün geceden beri yüzüme bakarak bu şarkıyı söyleyen biri var.)

Öncelikle bu güzel koronun değerli şefi Ufuk Demirbaş’a, saz sanatçılarına, konserin solistlerine, koristlerine ve romantik sunucusu İlknur Can’a sonsuz teşekkürler… Bize bu güzel akşamı yaşattıkları için… Yeni yılı içimizde coşkuyla karşılama heyecanı yarattıkları için…

Bu türden amatör toplulukların sahnelediği-sergilediği sanat-folklor etkinliklerini değerli buluyorum ve önemsenmesi gerektiğini düşünüyorum. Üyesi olmaktan sevinç duyduğum Ege Kültür Derneği, hem yetişkinler halk oyunlarıyla, hem de müzik gruplarıyla çok güzel işler başarıyor. Daha önemlisi aynı yöne bakan insanları bir araya getiriyor. Gencecik bu derneğin bursiyer öğrencileri bile var. Çünkü geleceği gençlerin kuracağını biliyorlar, bu yolda da emin adımlarla ilerliyorlar. Kültür söyleşileri ve gezileri de yapıyorlar düzenli olarak. (Instagram’dan takip etmenizi öneririm.)

Birçok arkadaşım burada şarkı, türkü söylemeyi öğreniyor; Zeybek oynamayı, Horon tepmeyi, Halay çekmeyi de… 50 yaşından sonra saz çalmayı öğrenen var. Deniyorlar, çabalıyorlar… Kurdukları dostluklar, yarattıkları aile ortamı ise başlı başına bir yazının konusu olur.

Bu çatının altında benim eşim var, dostum var; eski tanışlarım, yeni arkadaşlarım var. Derneğimiz de, korolarımız da, değerli hocalarımız da, sevgili üyelerimiz de şahane. Ve bütün bu saydıklarım, güzel dostluklar için de birer bahane… Emeği geçenleri ayakta alkışlıyorum.

Önemli Not: Sayın Öcal Özbilgin, bazı şarkı sözleri bizi üzebilir; ama aldırmayın Hocam. Siz bizim için çok kıymetlisiniz.