GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Işıl Öztürk BULUT
YAZARLAR
5 Şubat 2018 Pazartesi

Füsunum…

Bu kaç bininci satır sana yazılan biliyor musun Füsunum? Kaç kalem, kaç sayfa ve kaç hatıra bitip tükendi sensizlikte…

Burukluklarla, özlemle ve dualarla geçiyor şimdi zaman…

Senden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak demiyorum çünkü her şey eskisi gibi… Eskisi gibi köhne, eskisi gibi yangın yeri ve eskisi gibi yalan…

Sabah işine giden insanların yüzündeki korku, kara kocaman duvarlı ve soğuk binalar, hep aynı.  Şehrin bizi boğan o çığlıkları, okul çocuklarının sınav korkusu ve gevrekçi delikanlının bozuk para telaşı… Hepsi aynı işte, hepsi aynı!

Hatta daha da kalabalık, daha da hengâme, daha da anlamsız ve daha da korkunç hayatın sensiz tarafı…

Sen olsaydın böyle olmazdı ama, böyle kalmazdı…

İnsanların koşuşturmalarının, üzerimize yıkılacakmış gibi yükselen kara kocaman duvarlı binaların ve şehrin esrik havalarının bir manası olurdu. Çığlıklar namelere dönüşür, okul çocuklarının sınav korkusu gülücüklere dönüşür ve hayat başka bir güzel olurdu…

Olmasa bile bir resim çizerdik bütün bunların üstüne; bir tebessüm bırakırdık aykırıkların üzerine ve yine bir ‘boşver’ der geçerdik… Yine güzel olurdu yaşamak, yine anlamlı olurdu hayata tutunmak seninle olunca…

Ve yoksun!

Mukadderat…

Ne için geldik ki dünyaya? Eninde sonunda ölmek için değil mi… Bir hoş seda bırakıp taa ötelerin de ötesine geçmek için değil mi… Bir tülden geçer gibi sessiz ve de huzurlu…

Sahi, huzur ne çok yakışmıştır şimdi sana Füsunum… Bir kır çiçeği gibi yakana takmışsındır şimdi sen onu, kim bilir belki de melekler taç yapmıştır saçlarına huzurdan… Ya da bir uğur böceği gibi konmuştur avuçlarına…

Yakanda değil mi, o hepimizin özlediği huzur… Saçında ve avuçlarında değil mi o bizi kendine çeken huzur... Öyle olsun ve öyle kalsın tamam mı Füsunum, çünkü sana çok ama çok yakışıyor…

***

Dün fotoğraflarımıza baktım biraz, biraz sevdiğimiz şarkıları söyledim; hani hep söylediğimiz, hani o hep güldüğümüz gibi güldüm sonra…

Gülmek ne kadar da yakışıyor sana Füsunum… Bunu daha önce de söylemiştim sana biliyorsun; Sen gülünce ben gülerim, sen sevinince ben…  Yanımda sen olunca dünyaya meydan okur, sırtıma alır götürürdüm olanca derdiyle birlikte o koskoca yerküreyi…

Şimdi yoksun…

Ama senden kalan o kadar çok şey var ki Füsunum, o kadar sen varsın ki hayatımda; nereye baksam bir hatıran, nereye dönsem bir anın çeviriyor beni…

***

Bir de ben ne yaptım biliyor musun Füsunum, ben ne yaptım… Hani o vitrinde görüp de çok beğendiğin kazak vardı ya hani; hani şu siyah ve beyaz olan hani… İşte ben o kazağı günler öncesinden gidip aldım Füsunum, ben o ka-za-ğı se-nin i-çin al-dım… Doğum günündü ya hani, amaan işte hani…

Sensizlik yorucu da tabii ki Füsunum, kaldıramıyor insan bir anda sensizliği…

Sen varken o sırtlayıp götürdüğüm dünya büküyor belimi şimdi. Ağır geliyor kaldıramıyorum sensizliği… Yoruluyor, takatsiz kalıyor dizlerim. Ve bir Çınar gölgesinde, bir Nehir kenarında dinleniyorum…

Ve bir şarkı mırıldanıyorum;

‘’Elbet bir gün buluşacağız

Bu böyle yarım kalmayacak…’’

Hoşça kal canım kardeşim, hoşça kal Füsunum…

Rahmet denizlerinde, cennetin en güzel köşesinde kal. Makamın yüksek olsun