GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
31 Mayıs 2019 Cuma

Eski ile yeninin düellosu!

“İstanbul’a kar yağmadan Türkiye’ye kış gelmez” derlerdi eski tüfekler.  Daha çok medyanın yayın politikası için kullanırlardı bu ifadeyi. Çünkü medya (Bab-ı Ali)merkezleri İstanbul’daydı.

Ve halen bu altın kural geçerlidir. Haber bültenlerinin, gazetelerin yüzde 80’i İstanbul’daki gelişmeleri içerir.

Anlaşılan o ki bizim yıllarca medya için düşündüğümüz bu altın kural, siyaset için de geçerli olacak.

Belli ki İstanbul’a bahar gelmeden memleketin geri kalanında çiçekler açmayacak.

Kritik 23 Haziran’a geri sayım sürerkenİstanbul seçimlerinden beklenti çok yüksek.

Dahası Ekrem İmamoğlu’ndan…

Peki, İstanbul’a bahar gelir mi?

Son günlerde herkesin merakını celbeden soru bu.

Bizim de hem araştırma şirketi yöneticisi hem de gazeteci olarak en sık karşılaştığımız soru.

Ekrem İmamoğlu seçimi kazanabilir mi?

Bu sorudan önce iki önemli soruya daha yanıt bulmak gerekiyor.

Erdoğan İstanbul seçimlerini yenilemek gibi kritik bir hamleyi nasıl yaptı? Dahası kaybetmesi halinde başkanlık koltuğu için güvenoyu sorununa dönüşecek bir seçimi neden yenilemeyi tercih etti?

Bunun yerine 2023’ün potansiyel cumhurbaşkanı adayı İmamoğlu’nu meclis üstünlüğü ve merkezi hükümet gücüyle kıstırıp siyasi bir hayal kırıklığına dönüştürmek daha akıllıca değil miydi?
31 Mart akşamı oluşan siyasi tablo bir erken seçimi işaret etmiyorken,Erdoğan’ın 23 Haziran’da hem de kendi elleriyle bu riski alması pek çoğumuz için izaha muhtaç bir durum.

Benim görebildiğim birkaç sebep var Erdoğan’ı böyle kritik bir kararı vermeye iten…

İlk olarak onun siyasi doğumyeri kabul edilen İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yaban ellere, hele hele CHP’ye gitmesini içine sindirememiş olabilir. Arabesk bir duygu gibi gelebilir size. Lakin bu ülkeyi 17 yıldır tek başına yöneten, çevresi tarafından ülkenin kurucu lideri Atatürk’le mukayese edilmeye başlanan hatta ilahi güçlerle donatıldığı düşünülen bir ‘dünya lideri’ için bu durum yani siyasi doğum yerinin rakip parti tarafından zapt edilmiş olması büyük bir olaydır.
Hem de onu 25 yıl önce siyaseten var eden koltuğa oturan Ekrem İmamoğlu’nun Türk siyaseti için alternatif bir lider olarak görülmesi kâbusu daha da şiddetli hale getirmeye yetecektir.

Bu akla ilk gelen makul bir sebep.

Ancak tek sebep değil.

31 Mart’tan sonra değişen iklimde aslında çok şey oldu.

Mesela AK Parti ve Cumhur ittifakı cephesi için neredeyse kutsal kabul edilen Reis’e yönelik içeriden konuşmalar başladı.

Kaybetmeye alışık olmayan AK Parti tabanı tıpkı 7 Haziran sürecinde olduğu gibi 8 şiddetinde deprem görmüşçesine sallanmaya başladı. Homurtular her yandan duyuluyordu.

Ekonomi yönetimindeki başarısızlık, tanzim satış kuyrukları, bugün esamisi bile okunmayan Beka sorunu, Bahçeli ile yapılan ittifak üzerinden eleştirilen Erdoğan, tabiri caiz ise siyasi dokunulmazlığını kaybetmeye başlıyordu.

Bugün Erdoğan tarafından Yüksek danışman yapılan Bülent Arınç’tan başlayarak Ahmet Davutoğlu’na kadar pek çok ‘eski tüfek’ yüksek sesle konuşurken, yeni parti hazırlıkları da ayyuka çıkmıştı.

Tüm bunlar yakın gelecekteki bir dağılmanın işaretleriydi. 3 Kasım 2002’den bu yana seçim/sandık zaferleriyle beslenen bir siyasi yapıyı bir arada tutmanın en kestirme yolu yeni ve önemli bir zaferden geçiyordu. Erken seçime gitmek kendi elleriyle yağlı ilmeği boynuna geçirmekle eşdeğerdi. Yani mümkün değildi.  Ve 7 Haziran’da yaşanan depremi 1 Kasım’da telafi etmişliği olan bir lider için İstanbul’da günlere yeniden sayılan ve tabiri caizse murdar edilen bir seçimi yenilemek en makul senaryo gibi görünüyordu.

Olası bir zaferde 31 Mart’ta yaşanan mağlubiyet psikolojisi dağılacak parti tabanı yeniden kendisini güçlü, muktedir hissetmeye devam edecekti

Bence İstanbul seçimlerini yenilemeye götüren asıl sebep de buydu.

Acil bir zafer ihtiyacı…

Baştaki soruya geri dönersek;

Erdoğan ve AK Parti için hayat-memat meselesi olan bu zafer mümkün mü?

İmkânsız değil.

Ama çok zor…

Bana soracak olursanız 23 Haziran’da zafere daha fazla ihtiyacı olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır derim. Bugünkü denklemde Ekrem İmamoğlu kazansa da olur kaybetse de… Kaybetse bile en düşük yüzde 48-49 alacağından bu oran onu genel siyasetin merkezine oturtmaya yetecektir.
Kaldı ki İmamoğlu kaybetse bile Türkiye halkı bunu İmamoğlu’na yazmayacaktır.

Nasıl yazsın ki karşısında cumhurbaşkanından başbakanına kadar koca bir devlet var sonuçta.

Yani Erdoğan kazansa bile bu zafer öteki yüzde 50’ye hitap etmeyecektir.

Kendi oy tabanında bile yarı yarıya kuşkuyla karşılanacaktır.

Uzun lafın kısası Türk siyasetinde bir dönemin sonuna geliniyor.

Yaşanan sancı da bu yüzden…

Tek sorun artık ufukta kabak gibi görünen bu sonu, birilerinin kabul etmekte zorlanması.

Siyasi hayatının kırılma noktalarında aldığı risklerle büyüyen Erdoğan için bu kez ibre o kadar da parlak görünmüyor. Ama siyasetin kurdu da kolay pes edecek gibi durmuyor. Bir yandan sadık eski tüfeklere yeni payeler verip olası dağılmayı, kan kaybını önlemeye çalışırken diğer yandan tabana 31 Mart’ı unutturacak bir zafer duygusu yaymak için çalışıyor.

Ekrem İmamoğlu’na gelince;

Tek başına yedi düvelle savaşıyor olmanın yanı sıra mazbatası elinden alınmış olmanın getirdiği mağduriyet bence onu büyütmeye devam ediyor. 

Yedi tepeli şehirde 23 Haziran akşamı büyük bir düelloya şahit olacak gibiyiz.

Eski ile yeninin düellosu…

Hangisi eski hangisi yeni?

Anladınız siz onu!