GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Kemal ARI
YAZARLAR
13 Ağustos 2021 Cuma

Doğal felaketler ve biz…

Gerçekte büyük ve yıkıcı doğal felaketlerle sınav halindeyiz.

Doğal felaket diyoruz ama gerçekte bu insanlığın uygarlaşma savaşımıyla doğrudan ilgili bir olgu.

Nasıl ki insanoğlu doğal yaşamın bir parçası olmaktan uzaklaşarak kendisine köyler, kasabalar, kentler inşa etmeye; evler, köprüler, yollar; giderek barajlar ve devasa tesisler yapmaya başladı; buna koşut olarak da doğal felaketler yakasına yapıştı.

İster istemez düşünüyor insan; bütün bu büyük felaketler ve bunun sonunda yaşanan yıkımlar, doğanın insanoğlundan aldığı bir intikam mı?

Yoksa insanla doğa arasında kıyasıya süren savaşta doğanın bir anda vahşi yüzünü gösterip insanoğlundan intikam alma ataklarının sonuçlarını mı yaşıyoruz?

Ancak ne olursa olsun; insanoğlunun en büyük devrimi bireysel olarak doğa içinde yaşamını sürdürürken, toplumsal yaşama geçmesi ve uygarlaşma yolunda adımını atması son derece önemliydi…

Bugün insanca yaşıyoruz diyebildiğimiz ne kadar şey varsa elimizde, bunu atalarımızın bu ataklarına borçluyuz.

Bunu tartışacak değilim; bu noktada elbette derin felsefeler de yapabiliriz.

***

Son zamanlarda olanları hemen anımsayalım:

İzmir’de, Ege’de yaşanan depremden sonra yaşanan büyük yıkım…

Ardından bütün Akdeniz ve Güney Ege bölgelerimize uzanan dev yangınlar…

Ardından da Batı ve kısmen Orta Karadeniz’i vuran büyük sel felaketleri…

Ölen insanlarımız…

Yitirilen onca can, mal ve öteki varlıklar…

Yaşamını yitiren insan dışındaki canlılar…

Depremle, yangınla ve büyük sel felaketleriyle nice acılara katlandı canlar…

Nice anaların yürekleri dağlandı, toplum olarak olan biten şeylere yandık kavrulduk.

***

Ama her şeye karşın yaşam sürüyor ve yarınlarda da olacak büyük doğal felaketlere bugünden hazırlıklı olmalıyız.

Bulunduğumuz coğrafyanın koşulları bunlar.

Akdeniz kuşağında yaşıyoruz, çok şanslıyız; ama öte yandan büyük riskleri de üzerinde taşıyor bu coğrafya.

Küresel ısınma, doğal koşullar; ihmallerimiz ve tedbirsizliklerimiz acı sonuçları olan felaketleri kapımıza taşıyor, ne yazık ki!

***

Tutar büyük apartmanları dere kenarlarına dikersen; statik hesapları yapmazsan, toprağın yapısını ve öteki doğal etkenleri göz önüne alıp ona göre binalar yapmazsan deprem de gelir yıkar sel de…

Yeterince önlem almazsan, öngörüde bulunmazsan ormanlar da yanar cayır cayır ve geçer karşısına çaresiz seyretmek zorunda kalırsın.

Kapsamlı deprem eylem planlarımız var mı? Hazırlıklı mıyız olası büyük felaketlere?

Hayır…

Kentlerimizi başta sel ve deprem olmak üzere karşılaşabileceğimiz yıkımlara uygun yapıyor muyuz? Kentleşme öngörü ve planlarımız buna göre mi?

Hayır…

Yangın eylem planlarımız var mı? Ağaçlandırma çalışmalarımız nitelikli bir stratejik plana uygun yapılıyor mu?

Ne gezer!

Yeterince yangın söndürme araçlarımız var mı? Ve bunları kullanacak donanımlı personelimiz bulunuyor mu?

Eh, var bir şeyler işte...

Ama ihmallerimiz de hemen yanı başımızda, haksız mıyım?

Kriz yönetimlerimiz tam bir uyum içinde yapılabiliyor mu?

Tartışılır…

***

Ya da büyük bir mülteci akınıyla karşı karşıyayız? Bir göç ve mülteci politikamız var mı? Bir eylem planımız bulunuyor mu? Ve bu mülteci akınlarının yol açacağı ileriye dönük sorunları ele alacağımız çalıştalar yapıp kapsamlı strateji planlarız hazırladık mı?

Nerdee… İşte dostlar; bizim temel sorunumuz bu tavırsızlığımızda.

Rahatız, çok rahatız.

Daha bulunduğumuz coğrafyanın kapsamlı doğal afetlerinin tarihini bile yazabilmiş değiliz…

Geçmişte nelerle karşılaşmışız ve gelecekte nelerle karşılaşabiliriz, bunların verileri yok ki elimizde öngörü geliştirelim ve buradan hareketlerle de planlar hazırlayıp, hazırlıklı olalım.

Oysa hem dünyada hem de bulunduğumuz coğrafyada büyük felaketler yaşandı geçen yüzyıllarda…

***

Yağışlar sonrası yaşanan selleri ele alalım ve kimi örnekler verelim:

1539 yılında Hollanda’da aşırı yağışlar sonunda çıkan büyük sel felaketinde 100 bin kişi ölmüştü. St. Feliks Felaketi diye bilinen bu olay insanlığın belleğinde acı izler bırakmıştı.

Çin’de, 1887’de yaşanan Sarı Nehir Felaketinde ölen insan sayısı bir milyonun üzerindeydi. Yine 1931’de Büyük Çin Felaketi denilen olayda ölen insan sayısı üç milyondan fazlaydı. 1971 yılında Kızıl Nehir Felaketi yaşandı ve bir milyon insan yaşamını yitirdi.

Türkiye’ye gelince; örneğin 1 Eylül 1957’de Ankara’da yağışlar sonrası yaşanan selde 169 kişi öldü.

Depremlere ve yangınlara girmiyorum bile.

Ama bu toplumsal belleğimizde yer alan bu yıkımların izlerini anımsamalı ve nelerle karşılaştığımıza bakarak, nelerle karşılaşabileceğimizi kestirebilmeliyiz.

***

Bunu yapamadığımız zaman ne oluyor?

Önümüze plan ve strateji koyamadığımız için, karşılaştığımız büyük felaketlerde ancak bize düşen rolleri oynuyor; kısacası felaketlerin elinde konumlarımıza göre birer figüran durumuna düşüveriyoruz.

Bu kısır döngüden çıkmamız gerekiyor.

Bu tür önemli şeyler siyaset dünyasının kısır tartışmalarının konusu değildir.

İş ciddidir ve bu ciddiyetle sorunlara eğilmemiz gerekiyor.

Ona buna ya da o çevrelere, bu çevrelere laf yetiştirmekle geçiştirilemez bu işler.

Ülkemizi ve milletimizi çok seviyorsak, gerçek yurtseverlersek, bu sığlıktan sıyrılmalıyız.

Yoksa analar daha çook ağlar…