GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Kemal ARI
YAZARLAR
2 Şubat 2021 Salı

Büyük felaket!

İzmir gece görülmemiş ölçüde büyük bir yağmurla karşı karşıya kaldı.

Önce müthiş bir fırtına…

Neredeyse çatıları kaldıracak kadar sert rüzgar...

Çın çın çınlıyordu gece…

Ardından da müthiş bir yağmur…

Yollar, caddeler sel oldu akıyor…

Yolların kenarlarındaki kaldırımlar, kimi yerlerde sel basmasın diye konulmuş beton kalıplar hak getire; afetin önünde hiçbir şey durmuyor…

Yağmur sele dönüşüyor; yuvasını bulmuş sel ne buluyorsa önünde yalayıp geçiyor. Azıcık bir yükselti bulduğunda sanki orası çağlayana dönüşüyor…

Her sokakta, her mahallede çağlayanlar, şelaleler var sanki…

Ve zavallı insancıklar…

Doğanın gücü karşısında aslında ne kadar zavallı, çaresiz ve güçsüz...

***

Ve doğa höykürerek tepeden tepeden çıkışıyor sanki:

“Ey arkadaş, yaptığını çekiyorsun... Ne ekersen onu biçersin... Benim dengemle oynadın, gözün bir türlü doymadı. Kayalık, yüksek tepelikler dururken, gittin o canım ovalık yerlere kocaman apartmanlar diktin. Dere yataklarını kuruttun, düzledin; güya kendine cennet yaratacaktın ama, işte gör halini. Kendi rahatını ararken, ben istemeden sana cehennemi taşımak zorundayım. Ne istedin benden? O ovalarda cennetin meyvelerini sunuyordum sana ve ne istedin akıp gideceğim dere yataklarından? Oralardan hiçbir şeye dokunmadan akıp gidecektim denize doğru… Ama durmadın ki hiç; hiç durmadın ki! Şimdi de ağlıyorsan; çaresiz bıraktın beni. Oysa bilsen ki ben dosttum sana, asla düşmanlık yapmak istemem; ama niçin huyumu suyumu görmezden gelip, anlık isteklerinle yok ettin her şeyi!”

***

Evet dostlar, aslında durumumuz tam da bu.

Doğayı anlamadık, anlamak istemedik; işimize gelmedi.

Fırsatçıların eline kurban verdik onu.

Şimdi de önce barajlar kurudu, kuraklık var diye gözlerimizi çevirip yağmur dolu bulutları bekliyoruz…

Bir şekilde bulutlar gelip de azıcık kentimizin kaldırımlarını ıslatmaya başladığında içimiz gidip geliyor; acaba bir sel felaketi mi olacak diye…

Hele bu geceki gibi metrekareye 126 kg. yağmur yağınca afakanlar basıyor; bar bar bağırıyoruz “Bu bir felaket!” diye…

***

Nasıl bir ikilem içindeyiz ve ne kadar birbirimize ters ve zıtız, fark ediyor muyuz?

Çare ne?

Sağlıklı kentleşme…

Kentleri olması gereken yere yapmak.

Depremi, yağmuru, karı; olabilecek her şeyi düşünerek ve sağlam bir alt yapı kurarak.

Bu aşamadan sonra ne yapılabilir?

Öncelikli olarak kentte belli merkezlerde yoğunlaşma aculluğumuzu bırakalım…

Kent plancıları, mühendisler bir araya gelsinler ve bütün bu felaketlere set çekebilmek için zemin analizleri yaparak, hangi bölgelere doğru ve ne biçimde; yani yatay mı dikey mi olacak kentleşme, karar versinler.

Sonra zinhar eski altyapıyla ve gelişigüzel kurulmuş yerlere yeni yapı yapılmasını yasaklayalım...

***

Bundan sonra yapılacak yapılar, sağlıklı biçimde kurgulanmış yeni mekânlara doğru yürüsünler.

Eski mekânlardaki binaları, dereleri, yolları, kaldırımları, kanalizasyonu ve akla gelecek tekmil konuları gözden geçirip, nasıl iyileştireceğimizin hesabını yapalım.

Yıkılması gereken binalar yıkılacak, çaresiz. Ama yerine asla yenisi yapılmasın.

Ağaçları kesmeyelim, kurutmayalım; ne kadar kaldıysa eğer yeqşil alanlarımızı ıslah edelim, süreç içinde daha da büyütelim.

Adım adım kentimizi içten ve yeniden inşa edelim.

Yeni ve sağlıklı mekânlarda uç versin, beden bulsun yeni kentlerimiz...

Yoksa bu felaketleri daha çoook göreceğiz…