GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Mehmet KARABEL
YAZARLAR
10 Ekim 2017 Salı

Bu Amerikan Coni'sine güvenmeyeceksin arkadaş!

Pazar akşamı:

Amerika, Türkiye'den gelen vize başvurularını süresiz askıya aldığını duyurdu… Gerekçe bile atmasyon: “Personel güvenliği”

Pazar geceyarısı:

Türkiye, yıldırım hızıyla benzer bir adım attı; ABD vatandaşlarına uyguladığı “vize” ve “e-vize” uygulamalarını askıya aldı…

Pazartesi sabahı:

Karga bokunu yemeden, Dolar 3.92; Euro 4.59 oluverdi… Hoş sonra ateşleri söndü ya, neyse…

Bir saat geçmeden…

Türk Silahlı Kuvvetleri’nden açıklama geldi:

“Gerginliği Azaltma Kontrol Gücü’nde yer alan TSK unsurları, İdlib Bölgesinde icra edeceği harekât kapsamında, gözlem noktaları tesis etmek üzere keşif faaliyetlerine başlamıştır…”

Vatandaş tedirgin; her kafadan bir ses çıkıyor: “Savaşa mı giriyoruz?”

Geçelim bunları, Türkiye gereğini yapıyor…”

***

Aslında…

Bizimle ilgili her taşın altından Amerika Birleşik Devletleri çıkıyor…

Bunu bi’kenara yazın…

***

Siz bakmayın, Çılgın Trump’ın, “Türkiye ile ilişkilerimiz bozulamaz… Kore'de birlikte savaştık… Şimdi de teröre karşı birlikte savaşıyoruz” dediğine…

PKK’nın Suriye uzantısı YPG’ye ağır silahlar veren babam mıydı?

İşte, o Amerika son 100 yıl içinde Türkiye için kalbinde neler besledi, neler yaptı; görün… Kronolojik sırayla…

***

“Sam Amca”, çirkin yüzünü ilk Millî Mücadele başlangıcındaki günlerde gösterdi… Tarih; 20 Eylül 1919 Cumartesi… Bu ülkenin satılmışlarının dilinden “Yabancı ülkelerin Mandası’nı kabul edelim; başka çaremiz yok” feryatları yükseliyor… Açıkgöz Amerika’nın o tarihteki başkanıWilson, çok güvendiği General Harbourd’u, “Mustafa Kemal’le görüş” diyerek Sivas’a gönderiyor… İki asker bir odada buluşuyorlar… Türk halkının direnecek gücü olmadığını söyleyenHarbourd, hiç sıkılmadan Atatürk’e şöyle diyor: “Zaman zaman bazı insanların intiharına şahit oluruz… Şimdi de bir milletin intiharına mı şahit olacağız?” Ulu Önder çok geriliyor… O gerginlik anında elindeki tesbihin ipi kopuyor; taneler yere dağılıyor… Atatürk, eğilip dağılan taneleri toplarken ABD generalinin yüzüne bakmadan son sözünü söylüyor: “Bu millet dağılmış gibi görünebilir… Ama o asil varlık, emperyalistlerin çizmesi altında ağır ağır ölmektense kendi öz çocuğunun elinde ölmek ister… Ancak, ben O’nu öldürmeyeceğim ve yaşatacağım… Ya istiklal ya ölüm…”

***

Yine de Atatürk kin tutan bir lider değildi… 1923 Şubatı’nda; yani Cumhuriyetimizin ilanından dokuz ay önce ve ülkemizin düşman işgalinden kurtarılmasından dört ay sonraki süreçte ABD Senatosu’na bir mektup yazdı… “Büyük Amerikan Milleti’ne…” diye başlayan mektupta, “Özgürlük ve bağımsızlık uğrunda savaşan ve tıpkı sizler gibi dünyada ilerleme ve adaleti sağlamak için samimi bir surette mücadele eden Türk halkına kalbinizi açık bulundurunuz…” dedi… Mektup Senato’da alkışlar arasında okundu… Amerikan halkı Atatürk’ü anlamıştı... Ulu Önder, bir ay sonra “Time” dergisinde kapak oldu… Ama aynı “Sam Amca” zihniyeti, Atatürk vefat ettiğinde en büyük ayıbı işledi… ABD’den kimse gelmedi; cenazeye sadece büyükelçi katıldı… O da, 200 dolarlık bir çelenk ile!

***

1950’ler geldiğinde, Amerika’nın Türkiye üzerindeki oyunları daha bi’açık oynamaya başladı… ABD’li Yahudi bankacı işadamı David Rockfeller, yıllar sonra bu gizli emeli itiraf etti, “Türkiye’ye, Adnan Menderes zamanında Marshall Yardımı ile el attık” dedi… Gerçekten de, Demokrat Parti döneminde Türkiye’ye 450 milyon dolar yardım geldi… Bir yazara göre göre, “Türkiye önce cip, sonra cop’la tanışmıştı…” Ardından kötü süt tozu, Amerikan bezi ve bisküvi… Karşılığında askeri üst izinleri… Sonunda, köylüm traktör alacak parayı biriktirmek için kente koştu, iç göç hızlandı; arabesk kültürü başladı…

***

Eh, bu kadar “iyiliğin” bir karşılığı olmalıydı… Bizden iyi “kıyak yapan” millet bulunur mu? 1953’te Kuzey Kore ile Güney Kore birbirine girdi… Birleşmiş Milletler üyesi olmuştuk… Amerika, “Hadi aslanım, hadi kahramanım…” deyip, sırtımızı sıvazladı… 10 binlerce kilometre uzakta, bizimle hiç alakası bile olmayan iki milletin savaşına girdik bodozlama… Sonuç; 721 şehit, 2000 gazi…

***

Tarih; 1964… Türkiye Kıbrıs'a bir çıkarma hazırlığı içinde… İsmet Paşa kararlı… ABD’nin o tarihteki elçisine hassas durum anlatılıyor… Elçi Raymond Hare, “Bana üç saat verin” diyor… Üç saat sonra Amerika Başkanı Johnson’un, “Bu çıkarmayı yapamazsınız…” diye başlayan mektubu İnönü’ye ulaşıyor… Gerekçeleri şu: “Silahlarınızı bizden alıyorsunuz, siz bu silahlarla Kıbrıs'a çıkarma yaparsanız hemen müdahale ederiz…”…

***

Belki az-biraz pırstık ama, bize yapılanı unutmadık… Beş yıl sonra anti-emparyelist üniversite öğrencileri, 6 Ocak 1969'da ODTÜ'ye gelen dönemin ABD Büyükelçisi Robert Kommer'in arabası ateşe verildi… “Sam Amca” ateş püskürdü, “Alacağın olsun Türkiye…” dedi…

***

Aynı Amerikan yöntemi, 1971'de Nihat Erim Hükümeti’ne haşhaş ekim yasağı koydurdu… Yasağı kaldıran Ecevit, üstüne üstlük bir de “küüüt” diye “Kıbrıs Haberikatı”nı gerçekleştirdi diye, aynı Amerika bize yıllarca “Silah Ambargosu” uygulamadı mı?

***

Şimdi gelelim, sorunun yanıtına: “ABD niçin bizi sevmiyor?” Tam 18 yıl önce bugünlerde otomobilinin camına yerleştirilen bomba ile öldürülen eski Kültür Bakanı Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı, bu soruya şöyle cevap veriyor:

“Bunun dört temel nedeni var…

Birincisi; Türkiye, laik-demokratik Kemalist bir modeldir… “Ilımlı İslam” ile bütünleşmiş, yarı çağdaş bir Türkiye, ABD çıkarlarına daha uygundur…

İkincisi; Türkiye ne yıkılmalı, ama ne de bağımsız hareket edebilecek kadar güçlenmelidir… Türkiye Ortadoğu’da büyük bir güç olmamalıdır…

Üçüncüsü; Türkiye’nin Kürtlere özerklik vermesi giderek federasyonu peşinden getirir Bir adım sonrası ise, komşu devletlerin de parçalanması ile, “bağımsız” bir Kürt devletinin oluşturulmasıdır… Bu Amerikan çıkarları için en iyi çözümdür…

Dördüncüsü; Yeni dünya düzeninde, uluslararası sermayenin karşısında kalan tek engel “ulusal devlet”tir… Türkiye’de Atatürk yıkılmadan ulusal devletin yıkılamayacağı ise bir gerçektir…

Bir dip not, çünkü önemli…

Turgut Özal, 12 Eylül sayesinde “boşaltılmış” bir meydanda işe başlamıştı… “Dört eğilimi’”birleştirip, ABD’nin çizdiği yolda kararlılıkla yürüdü… Ama bugün artık ne dünya o günün dünyası, ne de Türkiye o günün Türkiyesi…

Sonsöz: “Farkında mısınız? Zaman hep Atatürk’ü haklı çıkarıyor…”