GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Filiz SEZER
YAZARLAR
5 Mart 2021 Cuma

Birlikteyken çok güzeliz

Şimdilerde midye yetiştirme çiftliği kurma planları dolayısıyla doğal yaşam dengesi bozulma tehlikesi altında olan Büyük Menderes Deltası’nda yüzlerce yıl önce yaşayan mourex isimli midyenin boyası ile dokunan mor kumaşlar, kıyafetlerinde kullanılmak üzere Bizans Kraliyet Ailesi’ne gönderilirdi. Roma İmparatorluğu’nda da soylu aileler dışındakilerin asaletin sembolü olarak bilinen mor renk kıyafetleri giymelerine izin verilmezdi.           

Renk psikolojisi uzmanı olan Harald Braem’in yorumlamasıyla (gücü, enerjiyi ve şiddeti simgeleyen) erkeksi kırmızı ile (sakinlik ve birleştiricilik çağrışımıyla) kadınsı mavinin birleşimiyle oluşan mor, eşit hakları sembolize etmesiyle bugün kadın hareketinin de rengi olmuştur.  

Mart’ın 8’ine birkaç gün kala artık sokakları, evleri, ofisleri ve hiçbir indirim fırsatını kaçırmayan alışveriş sitelerini mora boyamanın vakti gelmiştir.

1857’ deki acı olayları anımsatmakla başlayarak, günün anlam ve öneminden bahseden birbirinin benzeri cümleler kurmaktan da kadın hareketinin çabalarıyla kat edilen mesafelere rağmen hala aynı yerde duruyormuş hissinden de yorulsak da pes etmeye imkân yok zira her yeni gün emeğimizin de ötesinde kutsal yaşam hakkımızı savunmak zorunda bırakılıyoruz. Kadına uygulanan şiddet ile kadın emeğinin sömürülmesi arasında elbette oldukça güçlü bir organik bağ var ancak bu ayrı bir yazıda uzun uzun tartışmayı gerektiren bir konu. Bugün sadece kadına yönelik şiddetle mücadeleye yönelik olarak hazırlanan ve Türkiye’nin de taraf olduğu İstanbul Sözleşmesi’nin gerektirdiği yükümlülüklerin yerine getirilmediği eleştirisini tekrarlamakla yetinelim. Ayrıca sözleşmenin 4 ana ilkesinin altını tekrar çizelim ki sözleşmenin iptalini isteyen zihniyeti tekrar ifşa etmiş olalım. Bu ilkeler kadına şiddetin önlenmesi, şiddet mağdurlarının korunması, suçluların cezalandırılması ve kadına karşı şiddet ile mücadelenin bütüncül politikalarla desteklenmesi gibi temel insani şartlardır sadece.

Kadın emeğinin sömürülmesi, görmezden gelinmesi, ayrımcılığa uğratılması ifadeleri ile ne demek istediğimizi hala anlamayanlara birkaç istatistiki bilgi verelim: Dünya Ekonomik Forumu, kadınların ekonomiye katılımı, fırsat eşitliği, eğitim imkanları, sağlık ve kadının siyasi olarak güçlendirilmesi gibi kriterlere göre her yıl Cinsiyet Eşitliği Raporu yayınlar. 2020 yılında yayınlanan rapora göre Türkiye, Cinsiyet Eşitliği sıralamasında 153 ülke arasında 130. sırada bulunuyor. Sıranın en altında şeriat ile yönetilen ülkeler ile ekonomik ve siyasi olarak güç durumda olan Afrika ülkeleri bulunmakta.

Sıkıcı olmayı göze alarak bazı çok çarpıcı verileri paylaşmaya devam ediyorum: Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) üye ülkeler arasında kadınlarda işgücüne katılım oranı ortalama olarak %52,5 iken Türkiye’ de bu oran %34,2’ dir. Cinsiyete dayalı ücret farkı toplamı ise her eğitim düzeyinde ve ortalama olarak %7,7 (DİSK Kadın Emeği raporu da yaklaşık olarak aynı değeri işaret ediyor); yani bir kadın olarak kübik oturma düzeninizde kafanızı kaldırıp etrafınıza baktığınızda yanınızda oturan erkek çalışanın sizden yaklaşık %8 oranında fazla ücret alıyor olması büyük ihtimal, göz ardı etmeyin.

Disk/Genel-İş 2020 kadın emeği raporu verileri sadece 2019 yılında 500 bin kadının ev içi bakım hizmetleri nedeniyle işinden ayrıldığını gösteriyor. Aynı şekilde KESK raporları da kadın istihdamının en önemli engellerinden biri olarak kamu kreşlerinin yetersizliği olarak gösteriliyor. Kadınların genelde hizmet sektöründe çalışıyor olmasından dolayı sendikalaşma ve örgütlenme oranları çok daha düşük. Konunun sadece mavi yaka veya alt-orta düzey beyaz yakalıları ilgilendirdiğini düşünmek de büyük yanlış; son zamanlarda tartışmalı TUİK verilerine göre dahi yönetici kadın oranı %17. Bu oran TBMM milletvekili sayıları için de aynı. Patronaja geçtiğinizde de durum çok parlak değil, Türkiye Kadın Girişimcilik Endeksi 2019 Raporu, kadın girişimcilerin oranının da sadece %8 olduğunu gösteriyor. Eğitimi, yakasının rengi, hatta sınıfı fark etmeksizin tüm kadınların ekonomik yaşamda ayrımcılığa uğradığının göstergesidir bu ve seçme ve seçilme dahil siyasi haklarını pek çok Avrupa ülkesinden önce almış Türk kadını için oldukça vahim bir tablodur.

Geçen hafta yayınlanan bir haberde Çin’de yeni yürürlüğe giren medeni kanuna göre boşanan çiftin mahkemesinde, erkeğin kadının ev içi hizmetleri için 50 bin Yuan (yaklaşık 55 bin TL) ödemesi kararlaştırıldı. Sadece yıllık çocuk bakımı ücretini bile karşılamayan bu ücreti Çinli kadınlar az bulsa da bence önemli bir adım. Yine OECD verilerine göre kadınlar hane içi ücretsiz emek için ortalama olarak erkeklerden 2 kat fazla çalışıyorlar. Türkiye’ de bu oran 4.5 kat.

Simone de Beauvoir’ın “kadın doğulmaz, kadın olunur” sözüyle çok çarpıcı bir şekilde ifade ettiği gibi toplumsal cinsiyet rolleriyle edilgen/bağımlı kılınan, görünmeyen ev içi emeği sömürülen, ekonomik yaşamda ayrımcılığa tabii tutulan kadınlar için alınacak çok yol var. Bu tartışmaların sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi için örgütlenme ve ortak tartışma platformları çok önemli. 8 Mart, kadınların bu tartışmaları yapabilmeleri, taleplerini ifade edebilmeleri açısından çok önemli bir gün. Tıpkı 1 Mayıs gibi, 8 Mart’ın da kadınlar için ücretli izin sayılması talebi DİSK Kadın Komisyonu, KESK Kadın Meclisi, TMMOB Kadın Çalışma Grubu, TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu tarafından dile getirilmiştir.

Sosyal medyada kadın güzellemesi yapacağım derken çarpık zihniyetini aynalama performans ödevlerini tamamlayan beyler, ‘yılda bir gün mü her gün kutlanmalı’ diyerek geri kalan 364 günde bol bol cinsiyet eşitliği üzerine konuşabilirler elbet ama 8 Mart’ta kadınlar konuşmalıdır / konuşacaktır.

Kadını yuva kurucu dişi kuş ve fedakâr anne kavramları arasına sıkıştırarak hakkını ararken dahi suçlu hissedeceği bir konuma sokmak onun emeğini sömürmeyi kolaylaştıracaktır elbette. Ailenin ‘kutsallığını’ tek başına omuzlayan kadının başındaki görünmez hareler ile her daim mükemmel görüntüsüyle, kariyer basamaklarını uçarak çıkan ve çocukları birbirinden ‘başarılı’ (mutlu olması mühim değil), evi de az önce katalogdan çıkmış kapitalist düzen kadın rol modelleri ile yetersiz hissettirilen, psikolojik şiddet ile  özgüvenine son darbeler vurulan ve toplumsal yaşamdan izole edilerek yalnızlaştırılan kadınlar olarak sorunun bireysel değil, son derece toplumsal olduğunun bilinciyle kendi yaşamlarımız üzerinde söz sahibi olmak için birlikte dayanışmaya ve mücadeleye devam edeceğiz, üstelik beraberken çok güzeliz…

Haftaya bir sıfatmışçasına mühendis, doktor, ressam, yazar, girişimci gibi sözcüklerin önüne konan kadın kavramıyla devam edeceğiz.