GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
1 Haziran 2019 Cumartesi

Bir gösteri, bir konser, bir sergi

Hafta sonu geldi… Geride kalan haftada İzmir’de olduğumuz her gece bir başka sanat etkinliği aldı hayatın tozunu, pasını… Sağolsun İzmir-in yazarımız Aylin Akdoğan her yazısında bizi kentimizin sanat derinliklerine davet ediyor. Ben de bugün izlenim aktarayım.

***

Carmen, ilk sahnelenmesinden bu yana bestecisi George Bizet’nin “devrimci tavrı ile” dikkat çeker… Her ne kadar “fazla ilerici” bulunup Bizet’ye ömrünün sonuna kadar sıkıntı yaratmış olsa da günümüzde popüler kültürün önemli değerlendiren biridir Carmen… Ancak son yıllarda o kadar ilginç Carmen performansları görüyor ve duyuyorum ki daha uzun yıllar bu Carmen evriminin süreceğini düşünüyorum. Mesela bu yıl Paris Operasındaki Carmen gösterisinde sahneye 1990’lı yılların “manda kasa, müteahhit arabası Mercedesler” çıktı…  Carmen, çevresindeki tartışmalar, çatışmalar, tereddüt ve ön yargılar ne olursa olsun günümüzde opera repertuarının en çok ilgi toplayan eseri konumundadır.

İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı’nın (İKSEV), Kültür ve Turizm Bakanlığı, İzmir Büyükşehir Belediyesi, İzmir Kalkınma Ajansı’nın katkıları, Eczacıbaşı Holding’in ana sponsorluğu ile düzenlediği 33. Uluslararası İzmir Festivalinde “Carmenseverler” AASSM’de unutmayacakları bir gece yaşadılar... Günümüzün en iyi Flamenko Topluluklarından De Sangre Y Raza Flamenco Topluluğu, Juan Manuel Prieto’nun koreografisiyle tutkulu aşkın asi kızı Carmen’i yorumladı. Ancak afişlerden de anladığımız bu flamenkocular Bizet’nin konusunu Prosper Merimee’nin Carmen adlı kısa romanından alan bu opera eserini ilk haliyle yorumlamayı seçmişler.

Prieto’nun tanımlamasıyla söylersek İspanyol köklerine geri dönen Carmen, Flamenko'nun ana vatanı olan Seville'den esinlenen Bizet'in temasını ve Carmen’i yeni Flamenko ruhuyla harmanlamış. Fransız romanına dayanan bu bale, Bizet’in opera versiyonunda gösterilen femme-fatale klişesini sökerek, Carmen'i kendisini çevreleyen uyumluluk ve klişelerden yararlanan, zamanının ilerisinde olan, mücadele eden bağımsız bir kadın olarak göstermeye çalışıyor.

33 yılda kim bilir kaç kez yazdık, yine yazalım: Teşekkürler İKSEV…

(Fotoğraf: Kutsal Lenger)

***

Türkiye’de kaç tane Vals ve Tango Korosu var sizce?

Ege Kültür Derneği (EGK) Sanat Yönetmeni Prof. Dr. Öcal Özbilgin’den öğrendiğimize göre sadece bir tane… O da İzmir’de ve EGK çatısı altında.

Geçen haftayı unutulmaz kılan sanat etkinliklerinden biri de EGK- Vals ve Tango Korosu idi… Değerli arkadaşım İlknur Can bakın ne güzel anlatmış o geceyi:

Ege Kültür Derneği… Anadolu kültürünün geçmişini araştırıp bu güne taşırken, diğer medeniyetlere ait sanatları da atölyelerine taşımakta… Ozan ve bestekâr gecelerinden sonra Serap Akdeniz’in şefliğindeki koro Türkiye’deki bir ilki gerçekleştirdi. Şıkır şıkır ezgilere,sitem kokan güfteler, raksettiren besteler eşlik etti. Sahneye kadın eli değince başka mı oluyor nedir bilmem. Perdedeki süsler değişmiş yakadaki çiçekler renklenmiş. Serap hoca öğrencilerini mezun edecek bir hocanın neşeli gururu içinde.

Eskiler ağır renkler derdiler işte onun gibi ağır renkli giyinmiş bir koro. Koristler aynalı lambalar altında saçta gözde pürüzsüz olma telaşını bitirince, sazlar yerlerini koristler sıralarını buldular ve ince nazik sesli bir sunucu tangonun, ardından evrensel müziğin felsefesini anlattı kısacık bir özetle.

Sahne artık Serap Hoca’nın. Türkiye’nin ilk Tango Vals Korosu başladı inceden inceden salonu titretmeye. Topuk tıkırtısı kalp  çarpıntısına karıştı. Kâh gül ağacı gibi her gelene eğilmedik, kâh Kadıköylü deyip herkese efelendik.Şıkır şıkır ezgilere, sitem kokan güfteler, raks ettiren besteler eşlik etti. Konser Serap Akdeniz Hoca’nın adına bestelenmiş güftesi kendine ait bir eserle sona erdi.

 (Fotoğraf: İlknur Can)

***

Her Van seyahati sonrasında bir hekim dosta koşturmak gelenek haline geldi. Hafta başında uğradığım kadim dostum Dr.Hürriyet Derebaşı, “Muzaffer Akyol’un sergisini gördün mü?” diye sordu. Hayır dedim. Ve hemen koşup izledim

Türk resim sanatının önemli temsilcilerinden ressam Muzaffer Akyol’un 54. kişisel sergisi  “Yüklendim Narımı Düştüm Yollara" İzmir'de sanatseverle buluştu. Akyol'un sergisi 15 Haziran'a kadar Selçuk Yaşar Resim Müzesi ve Sanat Galerisi'nde … Kızı Gaye Su Akyol’u son dönemin en başarılı genç şarkıcılarından biri olarak alkışlıyoruz. İlk kez bir sergisine tanık olduğum Muzaffer Akyol’u da tanımış olmak ne güzel…

Sergisine adını verdiği "nar" meyvesini, "İçindeki yüzlerce taneciğin birbirlerini üzmeden, kırmadan, sömürmeden ve aralarındaki saydam zardan birbirlerini görecek şekilde yaşatan bir form" olarak yorumlayan Akyol, “Nar doğurganlığın, çoğalmanın sembolüdür. Bu anlayış, insanlık ailesinin özlediği, beklediği demokrasiyi, ayrımcılığa karşı birlik olmayı, insanların birbirlerine saygılı, birbirlerine karşı dostluk köprülerini kurup, birbirleriyle alışveriş halinde bulunmasını yansıtmakta" dedi.

Amerika Birleşik Devletleri, Avusturalya ve Hollanda’da 5 adet kişisel sergi açan ve çalışmalarını İstanbul’daki atölyesinde sürdüren Akyol, resimlerinde binlerce yıllık uygarlıkların merkezi olarak gördüğü Anadolu'dan da ilham aldığını anlatıyor: "Duvarlar kendini anlatıyor. Burası Anadolu enerjisinin bir yansıması. Var olmuş binlerce yıllık uygarlıkların merkezi olmuş Anadolu’dan yola çıkarak nar formu ile birlikte narın devinimiyle toplumsal devinimi birleştirmeyi ve buradan da insanlara bir mesaj vermeyi amaçladım. Umarım bu mesajı izleyenler alıyorlardır." diyen Akyol,  "Bizim kapımız Mevlana kapısı, Yunus Emre kapısı, Pir Sultan Abdal kapısı, kapımız insan kapısıdır. İçeri giren payına düşeni alır. Hikâyemiz budur" diyor… Sergi 15 Haziran’a kadar açık…

Fotoğraf: Hürriyet Derebaş