GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
7 Mart 2019 Perşembe

Başkanlara sokak ismi önerileri…

Geçen Pazar Birleşmiş Milletler Kadın Birimi Twitter üzerinden bir sosyal algı yönetimi yaptı, farkındalık yaratmak adına sosyal medya takipçilerine “ülkenizdeki sanatçılardan isimleri sokaklara verilmiş olanları bize yazın” dedi. Türkiye’den katılan iki kişi vardı etkinliğe biri bendim, diğeri Selda Güleç.

10 kadar isim ben yazdım, sanıyorum da bir o kadar Selda Güleç…
BM Kadın Birimi (UN Women), BM Ülke Ekibi Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Grubu’nun başkanlığını yürütmekte, insan haklarının korunması, toplumsal cinsiyet eşitliği, kadınların güçlenmesi ve kadınlar, erkekler, kız çocukları ve erkek çocukları için eşit kalkınmanın sağlanması amacıyla BM sistemi içinde toplumsal cinsiyet duyarlılığı teşvik etmek üzere çalışıyor.

Ülkemizin her yerindeki sokak adlarını araştırırken acı gerçekle karşılaştım. Ne yazık ki ne kıymetli insanlarımızdan bir sokak ismini esirgemişiz bugüne kadar. Elbette isimlerini sokaklara, caddelere, mahallelere verdiğimiz kadınlar yok değil ama sayı pek az…

Aynı Pazar akşamüzeri belediye başkan adayları da kesinleşti. Ben de 8 Mart’ı vesile bilip adaylara seçilmeleri halinde sokaklara verebilecekleri isimler sıraladım. Sonuçta yarın kutlayacağımız 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kadınların eşitlik, adalet ve barış için bir araya gelmelerinin ve daha iyi bir dünya için verdikleri asırlık köklere sahip bir mücadelenin adıdır…
Bugünden başlayarak görevdeki başkanlar ya da seçilecek başkanlar sokak isimlerini bu kadınlarla güzelleştirseler diyorum, ne iyi olur değil mi. Bize yakışan bu değil mi?

Muazzez İlmiye Çığ:  Her devre ayak uyduranlardan değil, her devri hissedenlerden. Sıkı Cumhuriyetçi. Cumhuriyet ilkelerine karşı söz edenlere sözünü sakınmayanlardan. Annesi terziydi, ‘Şapka Devrimi’ ardından şapka siparişi yetiştiremiyordu. Şapkaya düşkünlüğü ondan! Kendisine ‘Sümer Kraliçesi’ denmesinden çok hoşlanıyor.

Sanatın emrinde bir ömür: Nedret Güvenç-Kariyeri, 17 yaşında doğup büyüdüğü İzmir’de bir çocuk oyunuyla başlamıştı. İzmir Şehir Tiyatroları kapatılınca o da ‘şehrini’ değiştirdi, İstanbul’a geldi. Bir müddet Cüneyt Gökçer’in davetiyle Ankara’da da çalıştı.Tiyatro çalışmalarının yanında birçok filmde de rol aldı. 1998’de Kültür Bakanlığı’nca verilen ‘Devlet Sanatçısı’ unvanının sahibi oldu. 2009’da Dünya Tiyatrolar Günü bildirisini kaleme aldı. Birçok tiyatro oyununun yönetmenliğini de üstlenen Güvenç, kendine özgü stili ve havasının yanı sıra birçok cephedeki onca derin iziyle gerçek bir sanat emekçisi.

Hem özgürlük hem isyan: Sevgi Soysal- Sevgi Soysal için Fethi Naci, “Küçük burjuvaları en iyi tanıyan ve eleştiren yazarlarımızdan biriydi” der. Ancak Soysal sadece küçük burjuva eleştirisiyle değil roman ve öykülerinde insan sıcaklığı içinde aktardığı toplumsal, siyasi meseleler ve kadının bu topraklardaki yeri/durumuna dair yaklaşımlarıyla daha önemlidir. Bilhassa bunalımı, tedirginliği, yabancılaşmayı ve kadın özgürlüğünü konu edinen ‘TanteRosa’ başta olmak üzere Türk edebiyatına hikâye ve romanlarıyla, alışılmamış, yepyeni bir kadın tipi armağan eden, en başarılı yazarımızdır. 

Hep kraliçe kaldı: Keriman Halis- Büyükbüyükbabası şeyhülislam, büyükbabası paşa, babası başarılı bir tüccar... 1913 doğumlu Keriman Halis, Osmanlı İmparatorluğu’nun en avantajlı kesiminden, kaymak tabakasından geliyordu. Ama Türkiye Cumhuriyeti’nin kraliçesi oldu. Daha sonra da dünyanın...

‘Ah kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya’: Gülten Akın: Aklımıza mıh gibi yerleşen bu dizeler, Gülten Akın’ın gülümseyerek andığı çocukluğunun Yozgat’ından Ankara’ya taşındıkları günlerin yükünü taşıyor. Oysa çocukluğunun uzun kış gecelerinde dedesinin okuduğu manzum peygamber kıssaları; dayılarının, amcalarının yazdığı şiirler vardı. Ve tavan arasındaki eski bavullarda bulduğu kitaplar.Şiirleri pek çok dile çevrildi, kırktan fazla şiiri bestelendi. Bunlardan biri de Sezen Aksu bestesi Deli Kızın Türküsü’ydü.

Masmavi Anadolu: Azra Erhat-Denizin uçsuz bucaksız uzanan mavi bir sudan ibaret olmadığını, o iyot kokulu rüzgârların serinlikle birlikte binlerce yıllık tarihi de taşıdığını, hikâyelerin atalarının bastığımız toprakta yattığını öğretti bize. Yazdı, araştırdı, Anadolu kültürünü bir ankakuşu gibi küllerinden doğuran insanlardan biri oldu. Onlar Mavi Anadoluculardı. Bugün dillerden düşmeyen Mavi Yolculuk da onların icadıydı. Sadece A. Kadir ile birlikte çevirdiği İlyada ve Odysseia için bile ona ömür boyu minnettar kalmalıyız ama o borçlarımız hanesine çok daha fazlasını ekledi.
Anıları şaşırttı: Mina Urgan-Ailesinde herkes soyadını kendi seçmişti. O, içinde u harfi bulunan bir nesne adı istiyordu. Necip Fazıl ona “Urgan koy” dedi: “Anadolu’da ip anlamına gelen urgan, solculuğundan dolayı bir gün nasılsa asılacağın için sana ayrıca uygun...”Neyse ki öyle olmadı. Mina Urgan, 15 Haziran 2000 günü, 85 yaşında öldüğünde arkasında pek çok hayran bıraktı.Örneğin siz Mustafa Kemal ile vals yaptınız mı? Büyükada’da sürgünde olan Troçki balık tutarken teknesine kadar yüzdünüz mü, Nâzım Hikmet’le görüştünüz mü, Sait Faik ile rakı içtiniz mi? Üniversitede Halide Edip’in asistanlığını yaptınız mı? Sabahattin Eyuboğlu’yla kitaplar çevirdiniz mi? Ahmet Haşim ile ne kadar yakın oldunuz? Mina Urgan bu mutlulukların hepsine ulaştı.
İpek kadar asil, bakır kadar dayanıklı: Tomris Uyar- Onu anlatan bir addı sanki ‘İpek ve Bakır’. İpek kadar asil, bakır kadar dayanıklı... Bunun ardından gelen kitapları da onu anlattı: ‘Ödeşmeler’, ‘Dizboyu Papatyalar’, ‘Yürekte Bukağı’, ‘Yaz Düşleri Düş Kışları’... Kadınların dünyası ağırlıktaydı bu kitaplarda. Buruk ve kırgın anlar, toplumsal dönüşümler... Şiirsel dili,‘kraliçesi’ olarak anıldığı İkinci Yeni’nin ruhunu taşıyordu.Ama yazmak onun için her şeyden önce yenilenmekti. Temel izlekleri her daim baskıya karşı çıkma ve ödeşmeydi ama teknik olarak yeni bir mecraya doğru akmalıydı öyküleri: “Kendimi tekrar etmek istemiyorum. O yüzden gittikçe güçleşiyor öykü yazmak.”

Gazeteci Yazar Semiha Es:Bir öncü kadın... O güne dek erkeklere ait olduğu varsayılmış bir alanda, savaş muhabirliğinde sivrilmiş, iz bırakmış bir kadın. 
Mimar Mualla Eyuboğlu: Oysa Türkiye’nin ilk kadın mimarlarındandır. Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitirdikten sonra, ‘Köy Enstitüleri’ denilen eğitim seferberliğine katılmıştır. Bir Anadolu âşığıdır o. Gidilecek yere tren yoksa katır vardır mutlaka. Yün şalvarı ve postallarıyla yirmiden fazla Köy Enstitüsü’nün kuruluşunda çalışır.
İlk ‘mektepli’ kadın fotoğrafçı: Yıldız Moran- Yıldız Moran (1932-1995) Anadolu'yu köşe bucak çektiği fotoğraflarıyla bir dönemi kayıt altına aldı.

Ben de gönül çektim eskidenSeyyan Hanım: Necip Celal besteledi, Necdet Rüştü sözlerini yazdı ve 19 yaşında gencecik bir kadın, içine kalbini katarak söyledi: “Mazi kalbimde bir yaradır / Bahtım saçlarımdan karadır / Beni zaman zaman ağlatan / İşte bu hazin hatıradır.”

Semiha Berksoy : İlk sesli Türk filminden sonra 1934’de Atatürk’ün emriyle sahnelenen ilk opera temsilimiz olan Özsoy Operası’nda Ayşim rolünde sahneye çıktı ve ilk opera sanatçımız olarak TBMM’den ödül aldı. 40 yıl boyunca Ankara Devlet Operası’nda görev yaptı. Yurt içi ve yurt dışında verdiği konserler ve oynadığı operalarla büyük övgüler kazandı.Resim sanatımızdaysa kavramsal ressam olarak da tüm dünyada tanındı. Resimleri yurt içi ve yurt dışında birçok sergi ve müzeye davet edildi ve onlarla sergiler düzenlendi.

Manş’ı geçen ilk Türk kadını: Nesrin Olgun :Manş’taki ilk antrenmanında ilk şoku yaşıyor genç Nesrin: Su buz gibi... Adana’nın sıcağına alışan bir sporcu için feci bir haber bu. 34 kilometre yüzecek. 27 Ağustos 1979 gecesi macera başlıyor. Toplam 15 saat 47 dakika.

Kiralık kemanla parlayan yıldız: Suna Kan- Suna Kan kendisi ve İdil Biret için özel olarak çıkarılan Harika Çocuklar Yasası’yla Fransa’da müzik eğitimi alırken pek de iyi bir kemanı yoktu. Talebe müfettişinin onun için kiraladığı kemanla çalışıyordu sınavlara, sonra da iade ediyordu. Bir gün müfettiş elinde 1752 yapımı bir kemanla geldi. İstanbul’dan bir hanım onun kiralık kemanla çalıştığını duymuş, talebe müfettişine Suna Kan’a layık bir keman alması için yüklüce bir para yollamıştı. Tek bir şartla: İsmi gizli kalacaktı. 60 yıldır o keman Suna Kan’ın yanında. Bu hikâye, Suna Kan’ın Türkiye için ne ifade ettiğini anlatıyor. ‘Harika çocuk’ olarak ondan beklenenleri...

Neveser Kökdeş: Yaşadığı dönemin sanatsal koşullanmalarının çok dışında Batı tarzında farklı bir besteci olarak tanınıyor. Hatta döneminde onun yaptığına alaycı bir şekilde “Neveser Musikisi” bile denildiği söylenir. Çoğu vals ritmindeki yüzlerce bestesinin derin anlamlı ve içe dokunan sözlerini de hep kendisi yazmış. Tangolarıyla da tanınmış.

Neriman Altındağ Tüfekçi: Bazı sanatçılar vardır, sesini duyduğunuz anda tüyleriniz diken diken olur, boğazınıza bir yumru oturur, yüreğinize bıçak saplanır. Türk halk müziğine ilgili olsun olmasın pek çok kişinin Neriman Altındağ Tüfekçi’den bir hoyrat dinlediğinde bu hisse kapılması muhtemel.,

İsim önerilerine yarın devam edeceğim..