GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Mehmet KARABEL
YAZARLAR
4 Ağustos 2019 Pazar

Avare günlerin özlemi…

Bugün Pazar…

Hiç bitmeyen sevgi ve saygıyla…

Atatürk’ü bu köşede anma ve hatırlama günü…

Bir kez daha…

Az bilinen yaşanmış bir öyküyü paylaşalım…

Bunu yaparken de…

Bu anıyı anlatarak bugünlere taşıyanları ve…

Ulu Önder’in özel yanlarını…

“Atatürk’ün Sofrası” başlığı ile kitaplaştıran…

İsmet Bozdağ’ı…

Saygıyla analım…

***

Bu olay, 1935 yılı Ağustos’unda geçiyor…

Yani…

Atatürk’ü kaybettiğimiz günden 3 yıl iki ay önce…

***

Gazi, bir ara hastalanmış, alkolü bırakınca dinlenmişti…

Sonra…

Yavaş yavaş yine masaya içki gelmeye başladı…

Dolmabahçe’deydi ve canı sıkılıyordu…

O gün sofraya kimseyi çağırmamıştı…

Yalnızdı…

Tek başına denize karşı sofra kurdurdu…

Kaçıp halkın arasına karışmayı kafasından geçirdi ama…

Yanında parası yoktu…

Minik bi’hatırlatma yapalım…

Atatürk…

Cumhurbaşkanlığı süresince…

Cebinde hiç para bulundurmadı…

Hesapları…

Ya yaverler ya da genel sekreteri Hasan Rıza Soyak öderdi…

Ancak…

Tek başına sokağa çıkmak için para gerekiyordu…

Başyaver Rusuhi Savaşçı’yı aradı, çıkmıştı…

Hasan Rıza Soyak, Avrupa’daydı…

Yaver Celal Üner’i buldu:

“Bana biraz bozuk para bırakın… Hizmet eden çocukları sevindirmek istiyorum…”

Az sonra Yaver Celal, bir liralık, iki buçuk liralık, beş liralık ve 10 liralık bir sürü para getirdi…

Atatürk…

Yaver çıkınca, paraları cebine doldurdu…

Üstüne ince bir ceket aldı, ağaçlı yola açılan kapıya doğru yürüdü…

Kapının yanında nöbetçi polis vardı…

Dolaşıyormuş gibi yaparak caddeye çıktı…

Sonra?

Sonra, geçen bir taksiyi çevirdi, atladı ve gözden kayboldu…

***

Dolmabahçe’de alarm zilleri çalıyor…

Telefonlar susmak bilmiyordu…

Ancak…

Atatürk ortadan kaybolmayı başarmıştı…

Taksi, Boğaz’a doğru gittiği için…

O’nu iyi tanıyanlar Sarıyer’e doğru rota tuttuğunu anladılar…

Görevlileri o tarafa yolladılar…

Oysa Atatürk…

Taksiyi Akaretler’den yukarıya çevirmiş…

Yaz ıssızlığından yararlanıp Tepebaşı’nı tutmuştu…

***

Tepebaşı’nda, “Mazarik” adında…

Bir kokteyl ve yemek salonu vardı…

Gazi Paşa, daha Harbiye öğrencisi olduğu yıllarda…

Parası yettiğince buraya gelir…

Bir masada arkadaşları ile leblebi ile rakı içerdi…

Bu akşam da onu yapacaktı…

Parasını ödedi; taksiyi yolladı…

Şoförü de…

Kimseye buraya geldiğini söylememesi için uyardı…

***

“Mazarik”te üç masada müşteri vardı; diğerleri boştu…

Eskiden yaptığı gibi…

Barın dibindeki masaya yerleşti…

Garsondan bir kadeh rakı ve leblebi istedi…

“Mazarik” çok el değiştirmişti…

Bu nedenle tanıdık kimse göremedi…

Her şey tam istediği gibiydi…

Rakısını ağır ağır yudumluyor; leblebileri havaya atıp dudaklarıyla tutuyordu…

Atatürk, neşeli olduğu zaman ve sadece yakın arkadaşlarının arasında böyle leblebi yemeyi severdi…

***

Önündeki masada oturan bir kadınla erkeğin…

Birbirlerine sokuluşlarına…

Konyaklarını birbirinin gözlerine bakarak yudumlamalarına dalmış…

Eski günleri…

Film şeridi gibi gözlerinin önünden geçiriyordu…

Derken…

Siyah elbiseli bir adam salona girdi…

Önce köşedeki masada bir masada oturduktan sonra…

Kapıya yakın masadakilerin yanına gitti…

Biraz konuştu, sonra birlikte salondan çıktılar…

Az sonra siyah giyinmiş adam geri döndü…

Ama, bu kez…

Birlikte çıktıkları yanında yoktu…

Doğruca gitti, başka bir masaya seğirtti...

O masadakiler de kalktılar ve çıktılar…

Atatürk dikkat kesilmişti…

Siyah elbiseli adam, yeniden salona geldi…

Fakat…

Atatürk’ün önünde oturan masaya yaklaşmaya…

Cesaret edemedi…

Bir kenarda gazete okumaya başladı…

Atatürk işi iyice merak etmişti…

Yüksek sesle adama seslendi:

“Çocuk, gel beri!”

Adam masadan ok gibi kalkmış, selam durumuna geçmişti:

“Buyrun Atam…”

“Sen kimsin?”

“Birinci Şube’den polis falanca…”

“Siz ne yapıyorsunuz?”

“Rahat edesiniz diye lüzumsuz müşterileri çıkarıyorum…”

“Lüzumsuz olduklarını sen nereden biliyorsun?”

“Vali Bey’den öyle emir aldım Atam…”

“Eee, o da mı burada?”

“Evet, kapının önünde Atam…”

“Tüh Allah cezanızı versin…”

Bu sırada Vali de içeriye girmişti…

Atatürk’ün öfkelendiğini görünce endişelenmişti…

Nazik bir şekilde sordu:

“Bir emriniz var mı Atatürk?”

Gazi Mustafa Kemal Paşa, sinirli bir ses tonuyla karşılık verdi:

“Siz benim yakamı bırakamaz mısınız yahu? Ha’di benim peşimden koşuşturuyorsunuz; şurada kendi halinde içkilerini içen masadaki insanları neden tedirgin ettiniz?”

Vali’nin cevabı:

“Emir buyurursanız, bundan sonra gelenleri çevirmez, salonu yine doldurabiliriz…”

Atatürk iyice kızmıştı:

“Ne yapacağını ben biliyorum… Ne kadar polis varsa masalara dolduracak, sonra da beni atlatmış olacaksın! Bırak efendim, bırak… Git işine…”

***

Kalktı, keyfi kaçmıştı…

Kapıya doğru yürüdü…

Peşinden Vali Muhittin Üstündağ, özürler dileyerek geliyordu…

Atatürk bir de baktı ki…

Kapının önü, otomobiller, resmi ve sivil polisler ve…

Saray muhafızları ile dolmuştu…

Döndü, valiye sordu:

“Müşterilerin bunlar mıydı?”

Sonra otomobillerden birine binip…

Dolmabahçe’nin yolunu tuttu…

Nokta…

Sonsöz: “Yalnızlığı öyle hüzün vericiydi ki; bu hal bana çok dokunurdu… / Cemal Granda – Atatürk’ün Uşağı…”