GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Mehmet KARABEL
YAZARLAR
8 Ekim 2019 Salı

Aşk bile artık ilaç olamıyor!

İşsizlik tavan yaptı; gençler umutsuz…

Avrupa’nın en düşük asgari ücret (335 Euro) bizde, kıvranıyoruz…

Terörü bitirirken şehit geliyor; kan ağlıyoruz…

Ormanlar yanıyor; ciğerlerimiz kavruluyor…

Et’i rüyasında gören emekli peyniri gramla alırken utanıyor…

Çiftçi kayboldu, her şey ithal; ne yediğimizden habersiziz…

Her gün yeni bir zam ile uyanmaktan helak olduk…

Rüya gibi evlilikler yapanlar…

Bir yıl dolmadan sırf ekonomik nedenler yüzünden ayrılıyor…

Durum acıklı…

Kasvet basıyor; çok yorulduk…

Üstelik…

Bu yorgunluğu giderecek…

İlacımız da yok!

***

“Aşk her şeyin ilacıdır!” diyenler bile…

Günümüzde parmakla gösterilirken…

Hayatın içinden bir hikayemiz var…

***

Taaaa, 70 küsur yıl öncesine dayanan…

Eşine az rastlanan enfes bir “aşk hikayesi” bu…

Bugünleri “az-biraz” hatırlatıyor…

***

İstanbullu delikanlı, Bursalı kızdan iki yaş küçüktü…

İkisi de Cumhuriyet’in kuruluş yılları çocuklarıydı…

Yolları, İstanbul Robert Kolej’de kesişti…

Delikanlı şair ve gazeteci olmak istiyordu…

Kız da, sevgilisinin annesi gibi bir ressam…

Şu tesadüfe(!) bakar mısınız?

Kız okuldaki bir tiyatro gösterisinin dekorlarını hazırlıyor…

Delikanlı da o gösteride şiir okuyacak…

Eros’un okları, ikisinin kalbini hedefliyor…

O günden sonra…

Dersler dışında birbirlerinden hiç ayrılmıyorlar…

Lise son sınıfta…

İstiklal Caddesi’ndeki tramvayda…

Oğlan dayanamıyor, kızın ellerini tutuyor…

Titreyen sesine engel olmaya çalışarak…

“Benimle evlenir misin?” deyiveriyor…

Delikanlı o sırada 19 yaşında…

Sevgilisi de henüz 21’ine yeni girmiş…

***

73 yıl önce evleniyorlar…

Delikanlı, Basın Yayın Genel Müdürlüğü’nde…

Çevirmen olarak göreve başlıyor…

Rüyalarında ne zenginlik, ne kariyer ne de şöhret var…

Minicik bir evde delikanlı şiir yazacak, eşi de resim yapacaktı…

Oysa…

Biri profesör, diğeri milletvekili çocuğuydu…

Hele siyaset yapmak, akıllarından bile geçmiyordu…

***

Evlendikten sonra…

Genç adamın Londra Basın Ateşeliği’ne tayini çıkınca...

Zor günler başlar…

Genç adam 30 sterlin maaşı ile…

İkisinin birden geçinmesi olanaksızdı…

Tam İkinci Dünya Savaşı’nın ertesiydi…

Yiyecek kıtlığı vardı…

Kirası ucuz olsun diye şehirden uzakta ev tuttular…

Masraf olmasın diye…

İkisi de öğlen yemeği yemiyor…

Sadece akşam sofraya oturabiliyorlardı…

Londra gibi bir dünya başkentinde…

Resmen açlık yaşıyorlardı…

Önce nikâh yüzüklerini, sonra saatlerini sattılar…

Genç kadın, ailesine yolladığı bir fotoğrafta…

Öyle zayıf görünüyordu ki, zafiyet endişesiyle…

Kızlarını Ankara'ya çağırdılar…

Bir ay yedirip iyice besleyip geri yolladılar…

***

Londra macerası bitince memlekete döndüler…

Genç adam, Ulus Gazetesi’nde çalışmaya başladı…

Karısı da Amerikan Haberler Merkezi'nde iş buldu…

Kızın ailesinin alt katına yerleştiler…

Gazeteci çok onurluydu…

Kirayı ödemek istedi; kayınpederi almadı…

Maddi sıkıntıları hafiflemiş; mütevazı bir düzen kurmuşlardı…

Eve giren para ayda 175 liraydı…

Genç adam maaşını getirip teslim ediyor; harcamayı karısı yapıyordu…

***

Zıpkın gibi gazetecilik yapıyordu genç adam…

Dönemin hükümetinin (Demokrat Parti) gözü üstündeydi…

Ulus Gazetesi’nde çalışırken…

Celal Bayar’a hakaret ettiği gerekçesiyle sorguya alındı…

Gazetenin kapanmasına neden oldu…

Karı-koca siyaset yapmaya karar verdiler…

Çünkü…

Siyaset artık bir girdap gibi onları kendine çekiyordu…

Genç adam, 1954’te CHP’ye katıldı…

Üç yıl sonra Ankara’dan milletvekili seçildi…

O gün, Türkiye için bambaşka bir siyaset sayfası açılmış oldu…

1960 İhtilali’nden sonra kurucu meclis üyesi oldu…

Beş yıl boyunca…

İsmet İnönü Hükümeti’nde Çalışma Bakanı olarak görev yaptı…

O dönemde Türkiye değişimle tanışmaya başlamıştı...

Çalışma hakları ve sosyal güvenlik genişletildi…

CHP’de genel Sekreter oldu…

İsmet İnönü’nün istifasıyla birlikte…

O genç adam artık CHP Genel Başkanı’ydı…

***

1974 – 2002 yılları arasında…

Beş kez Türkiye’nin Başbakanı oldu…

Özellikle 70’li yıllarda…

Seçim kampanyaları sabote edildi…

Defalarca suikast girişimine uğradı…

Her şeye rağmen…

Yanında hep “büyük aşkı” vardı…

Türkiye en hararetli günlerini O’nunla yaşadı…

***

Daha ilk döneminde…

Kıbrıs Barış Harekatı ile Türk Tarihi’ne silinmez bir iz bıraktı…

12 Eylül 1980 Darbesi’yle gözaltına alındı…

Siyaset’le uğraşması 10 yıl yasaklandı…

Yük artık hayat arkadaşının omuzlarına çökmüştü…

Çok sevdiği karısı…

Cezaevindeyken O’na hem yemek ve çamaşır taşıyor…

Hem de…

Geçim sıkıntısı yüzünden evdeki eşyaları satıyordu…

Düşünün artık…

Gümüş çay kaşıklarını bile yok pahasına sattılar…

Eski başbakan da…

Pul koleksiyonunu elden çıkarsın diye…

Cezaevinden arkadaşlarına ricada bulundu…

Kimseden maddi yardım istemiyor…

İstemeyi de onuruna yediremiyordu…

O haldeyken bile…

Büyük aşkına şiirler yazıyordu demir parmaklıklar ardından:

“Yanımdaki sensin, yalnızlığım sen,

Kendimden bile uzakta, elim elindeyken...”

Yedi yıl sonra siyaset yasağı kalktı…

İlk iş siyasi partisini kurdu, “güvercini” uçurdu…

***

Dördüncü kez oturduğu başbakanlık koltuğunda…

Türkiye Tarihi’ne damgasını vurdu…

Bebek katili PKK elebaşısı Abdullah Öcalan’ın…

Kenya'da yakalanarak Türkiye’ye getirilmesini sağladı…

Adında “Sol” geçen bir partiyle önyargıları kırdı…

Türkiye’deki “sol kavramı”nı yeniden inşa etti…

Bunları yaparken…

Ne hayat arkadaşına olan aşkını…

Ne de yazma aşkını hiç kaybetmedi…

***

Dönemin Cumhurbaşkanı ile ters düştü…

Anayasa kitapçığının fırlatılması olayı…

Türkiye’ye…

Cumhuriyet Tarihi’nin en ağır ekonomik bedelini ödetti…

Döviz önünü alamayacak şekilde yükseldi…

Yüz binlerce insan işsiz kaldı…

Ve krizin tüm faturası “O Başbakan”a kesildi…

2002 seçimlerinde partisi baraj altında kaldı…

O da aktif siyaseti bıraktı…

Hayatın onca yükünü artık taşıyamaz hale gelmişti…

Beyin kanaması geçirdi…

172 gün bitkisel hayatta kaldı…

81 yaşında hayata gözlerini yumdu…

60 yıl aynı yastığa baş koyduğu “hayatının” kadını…

O ölümsüz aşkın aydınlığında…

Şu sıralarda O’nsuz 96’ıncı yaşını sürdürüyor…

***
Bilir misiniz ki…

Türk Siyaseti’nde hiçbir lider…

Eşine olan aşkını O’nun kadar iyi dile getirmedi…

***

Size, Türk Siyaseti’nde…

Benzeri olmayan bir Sevda Masalı’nın kahramanlarını…

Bülent Ecevit ile Rahşan Ecevit’in…

Her derde deva aşklarını anlatmaya çalıştım…

Rahşan Hanım…

Bülent Ecevit’in sadece siyasi yaşamı boyunca değil…

O’nun hayatının her aşamasında…

Ve her projesinde onunla birlikte oldu…

Yaşamları boyunca…

Para hep onlar için “el kiri” olarak kaldı…

Daima sade, gösterişsiz bir hayata gülümsediler…

Sıkıntılarını da…

Sevdalarını da…

Hep satırlara döktüler…

***

Bitiriyoruz…

Neyle…

Birbirlerine 1982'nin o karanlık günlerinde yazdıkları satırlarla…

BÜLENT ECEVİT:
“O yorgunluğa, o uykusuzluğa, o gıdasızlığa, o gerilime kimse dayanamaz Rahşan’ım… Bunun kimseye yararı da olmaz... Cezaevine girmeden önce bana (Artık koşuşturma) diye çıkıştığını unutma... Kendine de hatırlat… Haydi benim Rahşan’ım… Toparla kendini... Seni dün gördüğüm hale geleceksen, dünyayı kurtarmak benim işime gelmez… Beceremem de zaten... Sevgilerle…”

RAHŞAN ECEVİT:
"Sevgili Bülendim… Çok güzel şeyler yazmışsın… Seninle dertleşmiş kadar oldum… Zaten sorunum da bu... Beraber olmadığımız için günüm sıkıntılar içinde kalıyor… Sen olmayınca patlayacak gibi oluyorum bazen... Seni çok seviyorum ve seninle birlikte olmak istiyorum... Ama seni de üzüyorum…”

Bugün…

Birbirlerine böyle seslenen sevgililer kaldı mı acaba?

Varsa eğer…

Aşk, neden artık her şeyin ilacı olamıyor?

Nokta…

Sonsöz: “Hayatta en zor olan şey, gerçek aşkı bulmak değildir… Daha da önemlisi onu her zorluğa karşı sürdürebilmektir… / Anonim…”