GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Muhittin AKBEL
YAZARLAR
8 Ocak 2020 Çarşamba

Acil serviste bir gece!

Büyüklerimiz sıkça söyler şu sözü:

"Allah hastaneleri eksik de etmesin, muhtaç da..."

Ne kadar doğru bir söz.

Artık yaşlandım mı ne...

Ben de bu sözü ikide bir söyler oldum.

Söyleyene değil, söyletene bakın siz...

Hafta sonunda Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nin aciline düştü yolum.

Ateş 38.5 olmuş.

Yorganın altında tirtir titriyorum, sanki sıtma nöbeti!

Sevgili eşim fena halde panikte.

Islak bezleri alnıma, el ve ayak bileklerime koyuyor, ateşim düşsün diye.

Ne var ki ateş düşmeyince...

Acile gitmem yönündeki baskısına boyun eğmek zorunda kaldım.

Apartman görevlisi Hüseyin kardeşim sağ olsun, attı beni arabasına, doğru hastaneye...

Bir kadın görevli, "Hasta Kabul" şikayetimi sordu.

Bir cümlede anladı, ne olduğumu!

İkinci cümleye izin vermedi.

Beni "Yeşil Alan"a aldılar.

Bekleyebilir hasta grubunda yer aldım, anlayacağınız.

Sarı biraz daha sıkıntılı hastalar için...

Kırmızı... Adı üstünde kırmızı, çok acil!

Bana küçük bir kağıt verdi.

İyice kapanan gözlerimi zorla açarak baktım, sıra numarama...

777...

Yani 777. hastayım.

İzmirliler, hastaneye akmış, belli.

Ekrana gelen son numara, daha 640'larda.

***

Aile hekimimizin verdiği ilaçları kullanıyordum.

Kısmen de olsa faydası vardı tabii ki...

Ama beni iyileştirmeye yetmedi.

Sıramı beklerken...

Bir hasta girdi salona...

Arkadaşının kolunda...

Başını, arkadaşının omzuna koymuş, zor yürüyor.

Allah var, alkol komasına falan girdiğini düşündüm.

Acı acı öksürmeye başladı.

Öksürürken gözlerini açamıyordu.

Anladım ki, onun derdi de grip...

Belki bronşit, belki de zatürree...

Doktor değilim ama teşhisi koydum ben!

Derken...

30 yaşlarındaki arkadaş, öksürürken koltuktan düştü gözümün önünde.

Sıra numarası 850 falan olmalıydı.

Çünkü benden çok sonra geldi salona...

Kendi derdimi unuttum, gittim "Hasta Kabul"e...

Arkadaşa yardımcı olmaları için dil döktüm.

"Arkadaşlar" dedim, "Salonda bir hasta var, adam ölecek. Öyle kötü öksürüyor ki, gökgürültüsü gibi. Koltukta oturamıyor bile. Yere düştü öksürürken... Onu neden 'Yeşil Alan'a aldınız ki... Bekleyecek gücü yok. Onu hemen "Kırmızı Alan"a almalısınız."

Kadın görevli, hemen parladı.

Yüzlerce insanlar muhatap olmaktan çok yorulduğu belliydi.

Biraz öfkeli konuşsa da aldırmadım:

"Beyefendi, hastanızı buraya getirin, görelim. İçeride, onkoloji hastaları bile var, sıra bekliyorlar. Gördüğünüz gibi çok yoğunuz. Beklemek zorunda herkes..."

"Benim hastam değil, zaten ben de hastayım. Sıra bekliyorum. O arkadaş, öksürürken yere düştü, diyorum size. Neden anlamıyorsunuz? Onun durumu, benimkinden daha acil!"

Ben kadın görevliye meramımı anlatırken, yere düşen genç arkadaşı bir sedyeye almışlar, "Kırmızı Alan"a götürüyorlardı, iyi mi!

"Gördünüz mü hastanın halini" diye çıkıştım, kadın görevliye...

Tek kelime etmedi.

Bir başka görevli genç arkadaş, "Onun bu tarafa alınmasını ben istedim beyefendi, içiniz rahat olsun" dedi.

***

Anlatacaklarım bitmedi.

Biraz daha sabredin, okumaya devam edin lütfen.

1 saat 45 dakika bekledikten sonra sıra nihayet bana geldi.

Girdim muayene odasına...

Bir hekim arkadaş, "Amca geçmiş olsun. Neyin var?" dedi.

Anlattım:

"Titreme nöbeti yaşadım, dakikalarca sürdü. Ateşim 38.5 oldu. Tüm eklem yerlerim ağrıyor. Kuru öksürük yüzünden acı çekiyorum. Aile hekiminin yazdığı ilaçlar yeterli olmadı."

Hangi ilaçları kullanıyorsun?

Burun akıntısı var mı?

Ne zamandır bu şikayetlerin var?

Bu ve benzeri soruların hiçbirini sormadı.

Ateşimi bile ölçmeye gerek görmedi.

Hatta ilaç bile yazmadı.

"Size bir iğne yaptırayım mı?" diye sordu.

Neden soruyordu ki...

İğne gerekliyse yaptırırsın, gereksizse yaptırmazsın!

Onu ben bilecek değilim ya...

Hekim olarak sen karar vereceksin elbette!

"İyi, yapılsın bari" dedim.

Beni yan odaya yönlendirdi.

Derdimi anlatmaya devam ediyordum ki...

Konuşturmadı hekim kardeşimiz beni.

Sıradaki hastayla diyaloga başlamıştı bile...

Yani...

Acil salonunda 1 saat 45 dakika bekledim, doktor odasından 30. saniyede çıktım.

İğneyi yedim, hastanede işim bitti.

Ertesi gün özel bir hastaneye gitmek zorunda kaldım.

***

Gelelim sadede...

Birincisi, acile gelen hastaları, şikayetlerine göre sınıflandıracak kişiler, orada işçi veya memur olarak çalışan insanlar olamaz.

Bir doktor hastanın şikayetini dinler, Yeşil mi, Kırmızı mı, Sarı mı, hangi alanda bakılması gerekiyorsa, kararı o verir.

İki...

Madem hastaneye grip, soğuk algınlığı gibi vakalar nedeniyle gelen hasta sayısı çok fazla...

O zaman iki değil de üç, dört, mümkünse beş hekim görevlendirilir.

***

Sorularım var.

İlki, hastane yönetimine...

Acaba geceleri Acil Servis'e gelip, neler olup bitiyor, bakıyor musunuz?

Cevabınız "Hayır" ise size söyleyecek sözüm olmaz.

Çünkü sözün bittiği yerdeyiz demektir.

"Evet" ise o izdihamı görmüyorsanız, gözlerinizde bir problem var demektir.

Çok zor şartlar altında görev yapan doktorlar da insan sonuçta.

Onların enerjisi bir yerde biter.

Bana 30 saniye ayırabilen doktoru kınamıyorum.

Aksine acıyorum bir vatandaş olarak onun haline.

Çünkü insanca bir hekimlik yapma fırsatı verilmiyor.

İkinci sorum, İl Sağlık Müdürlüğü'ne...

Saat 17.00'de mesainiz bittiğinde, sorumluluk süreniz de bitiyor, olmalı.

Acaba İl Sağlık Müdürlüğü, hastanelerin acil servislerindeki yetersizliği  hasta şikayetlerinden mutlaka haberdardır.

Neden acil servislere bir çekidüzen vermek için düğmeye basmıyorsunuz?

Acil hastalara acil sağlık hizmeti vermek gerekirken, günlük poliklinikte olduğu gibi yüzlerle ifade edilen numaralar verilerek bekletiliyor?

Sorularım bu kadar.

Umarım, inandırıcı, ikna edici cevaplar verirsiniz.

Ben de söz haklarını kullanan yetkililerin cevaplarını, bu köşeden okuyucularıma aktarırım.

***

Bir sözüm de hastalara ve yakınlarına...

Acil servisin tuvaletini kullanmak zorunda kaldım, istemediğim halde.

Mecbur kaldım.

Altımı ıslatabilirdim, o kadar yani...

Keşke altımı ıslatsaydım da o iğrenç tuvaleti kullanmasaydım.

Hem çok pis...

Hem de beni lise çağlarına götürdü.

Tuvalette o kadar çok sigara içilmiş ki...

Orada sigara içen her kimse...

Beni daha çok hasta ettin ya..

Sana beddua ediyorum:

Sigaranın dumanında boğul inşallah.