GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Kemal ANADOL
YAZARLAR
1 Haziran 2021 Salı

27 Mayıs’ın anatomisi (4)

1954 seçimlerinde aldığı %55 oy ve 600 kişilik mecliste 416 milletvekili ile temsil olanağına kavuşan Demokrat Parti’nin aldığı bu sonuç siyasal yaşamının en yüksek noktasıydı. Bu sonuç partiyi hızla otoriterliğe ve tek adam yönetimine götürüyordu. Oysa bu yükseliş kısa süre sonra inişe geçecekti. 1950 seçimlerinden sonra DP iktidarına para musluklarını sonuna kadar açan ABD, Türkiye’yi dış borç bağımlısı haline getirdikten sonra, klasik tefeci davranışıyla musluğu kapatmış verdiklerini geri istemeye başlamıştı. 1950’den 1955’e kadar bolluk ülkesi olan Türkiye hızla yokluklar ülkesine dönüşmüştü. Halk en doğal gereksinimlerini karşılayamıyordu artık. Gözlük camından çimentoya, pencere camından kahveye kadar her şey karaborsaya düşmüştü. Bu durum, iktidar ve muhalefetin karşılık sertleşmesi sonucunu doğurmuştu.

***

DP hızla otoriterlikte diktatörlüğe yöneliyordu. Başbakan Adnan Menderes düşme korkusu ve bunalımı içindeydi ve kontrolünü yitirmişti. Yargı iktidarın denetimine girmişti. Yargıtay başkan ve üyeleri hükümetin çıkardığı kararnameyle ve “görülen lüzum üzerine” bir anda emekliye sevk ediliyordu. Radyo iktidarın borazanıydı artık. Gazeteciler Ankara Cezaevinin adını “Hilton” koymuşlardı. Hilton’un siyasi koğuşu hiç boş kalmıyordu. Bu koşullarda CHP, DP’den ayrılanların kurduğu Hürriyet Partisi ile Osman Bölükbaşı’nın Millet Partisi seçimlere “Güç Birliği” adını koydukları ittifakla girmek istediler. Bundan korkan iktidar hızla bir yasa çıkararak seçimlerde ittifak yapılmasını yasakladı. Bu yasak 21 Ocak 2018’de AKP ile MHP arasında kurulan Cumhur İttifakı’na kadar tam 61 yıl devam edecekti! Artık partiler seçimlere ayrı ayrı ve tek başına gireceklerdi. Demokrat Parti gurubu seçimleri bir yıl öne almıştı. Türkiye 27 Ekşim 1957 günü yapılacak erken seçim havasına çoktan girmişti. Hava parçalı bulutlu ama sert ve rüzgârlıydı!

***

16 yaşında olmama karşın politize bir lise öğrencisiydim. Muhalefet yanlısı haftalık AKİS ve KİM dergilerini okuyordum. Kendimi CHP’nin militanı sayıyordum. Bugün Hacettepe Üniversitesinin bulunduğu tepede tek katlı küçük evler vardı. Onların önündeki ovada Fidanlık uzanıyordu. Partiler mitinglerini bu geniş düzlükte yapıyorlardı. CHP’nin seçim öncesi buradaki son mitingine gitmiştim. CHP ekonomi ve demokrasi sorunlarını çok iyi dengelemişti. Pankartlar onu gösteriyordu. Bir dövizde cezaevindeki gazeteci sayısı yer alırken zam rekoru kıran toz süpürgesi telli duvaklı gelin haline getirilerek ortalıkta gezdiriliyordu. Kalabalık “Oy fasulye yedi buçuk lira” türküsünü söylüyordu. Ankara adayları Kasım Gülek, İsmail Rüştü Aksal, Turhan Feyzioğlu, Faik Ahmet Barutçu, Kâmil Kırıkoğlu kürsüye çıkarak beşer dakikalık kısa konuşma yapmışlardı önce. Bunlar partinin ileri gelenleriydi. O günkü yasa izin verdiği ve seçimi garantilemek için iki ilde birden aday olmuşlardı. “İğne atsan yere düşmez” deyimi tam da o miting için geçerliydi. Son konuşmacı İsmet Paşa kürsüye çıktığında Fidanlıktaki heyecan doruk noktasına ulaşmıştı. Bu görkemli mitingi bugünkü gibi anımsıyorum. Mutlak çoğunluk sistemine karşın Başkent Ankara’da ibre CHP’ni gösteriyordu!

***

27 Ekim 1957 günü tüm seçmenler sandık başına gittiler. Oy kullanma süresi saat 17.00’de bitiyordu. O da ne? Daha bu süre dolmadan ve seçmenler sandık başında kuyruktayken saat 14.00’de radyo sonuçları bildirmeye başlamıştı! Yurdun çok yerinde olaylar çıkmıştı. İl Seçim Kurulu Gaziantep’te seçimi CHP’nin kazandığını ilân etmişti. DP’nin itirazı üzerine oylar yeniden sayılacaktı. Ama oy torbalarının bulunduğu hükümet konağı o gece çıkan yangında kül olmuştu. Durumu kınayan CHP adayları, bugün Sabah Gazetesi başyazarı Mehmet Barlas’ın babası Cemil Sait Barlas ve Ali İhsan Göğüş başta olmak üzere hapse atılmışlardı. Başkent Ankara düşmüş CHP’nin eline geçmişti. Muhalefet partilerinin aldıkları oylar Demokrat Parti oylarını geride bırakmıştı. Mutlak çoğunluk sistemi olmasa iktidar el değiştirecekti. Menderes’in “Allah o seçim gecesini bana bir daha yaşatmasın” dediği söyleniyordu.

***

Seçimler bitmiş ama politikadaki sertlik bitmemişti. Tam tersine artarak devam ediyordu. İktisat kurallarını siyasi kararlarla değiştirmek olası değildi. Erken seçim, iktidarın geldiği ekonomik dar boğazı önleyememişti. Türkiye’nin 1940’lı yıllarda tanıştığı Uluslararası Para Fonu’nun (İMF) baskıları sonucu 4 Ağustos 1958 günü develüasyon yapılmış, 1 ABD dolarının karşılığı 2,86 olan Türk lirası yüksek oranda değer yitirmişti. Artık 1 dolar ancak 9 lirayla satın alınabiliyordu! Bu memurun, işçinin, esnafın yani tüm dar gelirlilerin geçin sıkıntısı çekmesi demekti.

***

Ekonomik koşullar güçleştikçe, iktidar sertleşiyor, muhalefete karşı acımasız oluyordu. Partilerin Anayasal hakkı olan yurt gezileri Demokrat Parti’yi rahatsız ediyor, kızdırıyordu. Başbakan Menderes’i, iktidardan düşme korkusu sarmıştı. İsmet Paşa’nın bulunduğu yolcu treni Kayseri’ye 32 kilometre uzaklıktaki Himmet Dede istasyonunda durdurulmuştu. Kayseri Valisi hareketine izin vermiyordu. Karşılamaya gelen kalabalığa asker müdahale etmemiş vali CHP heyetinin kente girmesine engel olamamıştı. Ertesi günü Yeşilhisar’da aynı görüntü yinelendi. Olayları merakla izleyen halk her gün yeni bir yerin adını öğreniyordu. İsmet Paşa, Yunan Genarali Trikopis’i esir aldığı Uşak’ta partizanların attığı taşla başından yaralanmıştı.

***

18 Nisan 1960 günü CHP hakkında “Yıkıcı ve Gayrimeşru ve Kanun Dışı Faaliyetlerinin Araştırılması” istemiyle verilen önerge TBMM gündemine gelmişti. İnönü daha sonra tarihe geçen ve metni elden ele dolaşan ünlü konuşmasını yapmıştı:

“(…) Şimdi ihtilâl iktidarı bir defa eline geçirmiş olanlar tarafından yapılıyor… Seçimle iktidara geliyor, devletin vasıtalarına el koyuyor ve seçimle gitmek ihtimali ufukta görüldü mü, ben buradan gitmem anlayışına düşüyor. Ne oldu? Telâşınız ne? Eğer bir idare insan haklarını tanımaz, baskı rejimi kurarsa o memlekette ayaklanma olur. Şimdi mevzu bahis olan bu… Beni dinleyin, biz böyle bir ihtilâl içinde bulunamayız. Böyle bir ihtilâl bizim dışımızda, bizimle münasebeti olmayanlar tarafından yapılacaktır… Bu yolda devam ederseniz sizi ben de kurtaramam!”

***

Niyet belli olmuştu. CHP kapatılacak ve tek parti rejimine geri dönülecekti! Tarihe geçecek “Tahkikat Komisyonu” kurulmuştu. Üyelerin tamamı DP milletvekillerinden oluşuyordu. Yetkilerini belirleyen özel yasaya göre komisyon sivil ve askerî savcıların selâhiyetine sahipti. Gazete toplatabilecek, basımevleriyle birlikte kapatabilecekti. Her türlü evrak, belge ve eşyaya el koyabilecekti. Komisyon kararlarına karşı gelenler bir yıldan üç yıla kadar hapisle cezalandırılacak, bu kararların icra ve infazında ihmali görülenler altı aydan üç yıla kadar hapsedilecekti. Komisyon kararlarına itiraz mümkün değildi. Özetle, yürütmenin emrindeki yasama artık yargı yetkilerini de kullanacaktı. Kendilerini demokrasi kahramanı ilân edenler çok eleştirdikleri İstiklâl Mahkemeleri’ne geri dönüyorlardı!

***

Komisyonun ilk icraatı İsmet İnönü ve diğer vekillerin konuşmalarının yer aldığı TBMM tutanaklarına yayın yasağı koymak oldu. CHP bu konuşmaları çoğaltarak elden ele dağıtmaya başladı. Özellikle İsmet Paşa’nın son konuşmasını… DP bunları “ihtilâl beyannamesi” olarak niteliyordu.

***

Tahkikat Komisyonu’nun yasalaşması ve uygulamaların başlaması bardağı taşıran son damla olmuştu. Öğrenciler 28 Nisan 1960 günü İstanbul Üniversitesi’nin bahçesinde toplandılar. Liderlerinin Kastro Nuri (Yazıcı) olduğunu sonradan öğrendiğim silâhsız ve saldırısız topluluğu dağıtmak için polis çok zalim davranıyor, cop ve tabanca kullanıyordu. Öğrencileri korumak isteyen Rektör Sıddık Sami Onar alnından yaralanmış ve polisler tarafından yerlerde sürüklenmişti. Orman Fakültesi öğrencisi Turan Emeksiz polis kurşunuyla öldürülmüş ve Beyazıt Meydanı kana bulanmıştı! Bir başka öğrenci Hüseyin Onur’un ayağı kesilmişti. Topluluk vilayete yürümüş, barikatı aşamayınca Eminönü’ne yönelmişti. Vali ve Emniyet Müdürü Galata Köprüsü’nü açmak zorunda kalmışlardı.

Olayları önleyemeyen hükümet saat 15.00’ten itibaren geçerli olmak koşuluyla İstanbul ve Ankara’da sıkıyönetim ilân etmişti. Komutanlıklarına İstanbul’da Orgeneral Fahri Özdilek, Ankara’da da Korgeneral Namık Argüç getirildiler.

***

Galiba sonun başlangıcıydı bu. Ülke tam anlamıyla kamplara bölünmüştü. Demokrat Parti’nin kurduğu tüzel kişiliği olmayan Vatan Cephesi ve karşılığında muhalefetin Güç Birliği… Köylerde kahveler hatta camiler ayrılmış, aynı yurdun insanları birbirine düşman gibi bakar olmuştu! Tüm ülke kutuplaşmanın sancılarını yaşıyordu…

27 Mayıs’ın Anatomisini yazmayı sürdüreceğim…