GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Aslında Ercan Kesal da bir İdris
5 Kasım 2018 Pazartesi 00:00

Aslında Ercan Kesal da bir İdris

Hanzade Ünuz, Çukur dizisindeki İdris Baba rolüyle kalplerde taht kuran oyuncu, yazar, yönetmen ve tıp hekimi Ercan Kesal ile konuştu...

Bazen çok istediğiniz bir şey, hiç beklemediğiniz anda olur.

Ercan Kesal ile söyleşimiz de böyle gelişti.

Biz onu şimdilerde Çukur’un İdris Babası olarak tanıyoruz.

Pos bıyıklı, çatık kaşlı, tok sesli...

Keskin tehdit ve derin şefkatle bakan İdris Koçovalı...

Adamları yere seren İdris Baba’nın elleri, tipi, ifadesi...

Dizide attığı Osmanlı tokatlarına hakkını verecek denli heybetli.

Yeterince otoriter, disiplinli ve titiz bir karakter.

Sözünü sıkça  “Sanki” diyerek bitiren...

Hoyrat köşeli cümleleri, sert kelimeleri yumuşatan...

Göz hizasında konuşan babacan bir öğretmen, güvenilir bir dost tadında.

Nevşehir Avanoslu Ercan Kesal susarken ne kadar ağırbaşlı, ciddi görünüyorsa...

Konuşurken o kadar içten ve yalın, gülerken çocuk gibi neşeli biri.

Bozkırda yetişmiş gür bir ağaca benziyor.

Dalları her yere uzanan, kökleri derinlerde kadim bir ağaç.

Tek tek seçerek, esler vererek konuşuyor.

İçeride bir kuyudan çıkar gibi geliyor kelimeler.

Kavramakta güçlük çekilecek denli doğal.

Nasıl yani, hiç mi şımarmaz insan?

Birazcık kaşı gözü oynamaz mı diye şaşırıp kalıyorsunuz.

On parmağında, on marifetli işler yapıyor.

Aslında meslekten tıp hekimi iken çıktığı sinema yolculuğunda...

Bir Zamanlar Anadolu’da gibi başyapıt film senaryoları yazdı, oynadı.

Senarist ve oyuncularından biri olduğu o film Cannes Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nü kazandı.

Peri Gazozu, Evvel Zaman, Cin Aynası gibi anlatı kitapları var.

Yozgat Blues, Vavien, Üç Maymun, Ben O Değilim gibi başrolde oynadığı bol ödüllü filmlerde yer aldı, şimdilerde yönetmen olarak kamera arkasına geçiyor.

Çukur dizisinde baba İdris Koçovalı karakterine can verdi.

Milyonların kalbinde taht kurdu, artık neredeyse sokakta yürüyemiyor.

Ama sımsıkı bağlı olduğu tevazudan bir santim bile ayrılmamış.

Diğergamlığı...

Başkalarının yararını da kendi yararı kadar gözetme, bencillik karşıtı olma halini..

İdris Baba gibi hayat düsturu yapmış kendine...

Anadolu’nun gömülü ruhunun peşinde bir anlatıcı...

Ercan Kesal en az benim kadar keyfi almanızı dilediğim bu sohbette...

Kişisel tarihi içinde “Olmamış şeylerin masum başkenti İzmir” diye tanımladığı...

Eninde sonunda bir gün İzmir’e yerleşerek, İzmirli olma arzusuyla...

Hayata bakışını, dert edindiklerini, gönlündekileri seçtiği en güzel kelimelerle...

“Çok istersen mutlaka olur kuzum” diyen anacığının ne kadar haklı olduğunu anlattı.

 

BİZİM BALIMIZ KIYMETLİDİRBen Anadolu çocuğuyum, baktığında Avanos bozkırdır. Ankara’da okudum, İzmir’de üniversiteyi bitirerek ayrıldım. Tekrar döndüğüm yer yine kendi topraklarımdı. Kırıkkale, Keskin, Bala, Avanos’un, bozkırın devamıydı oralar. Onların çocuğuydum, doğdum büyüdüğüm yere doktor olarak geri gittim. Bozkırda tevekkül vardır. Ne olabilir başka ağaç yok, yeşillik yok, su yok. O bozkırda yaşamakla mükellefsin, orada büyüyeceksin. Ben organik gıda meraklısıyım, neden Ankara balı çok kıymetli diye sordum. Arı kilometrelerce çiçek arıyor dediler, bulacak da iki gıdım bal getirecek. Bizim balımız kıymetli çünkü çok zor buluyoruz. Bozkırın insanları bu yüzden sabırlıdır, mütevekkildir, hoşgörülüdür ve beklemeyi bilir. Bu çok önemli bir haslet.

ANNEMİ TAKLİT ETTİM

Sinema anlatmaktır, edebiyat da öyle. Aslında ben her seferinde bir hikaye, içinde kıssası hissesi olan bir mesel anlatıyorum. Bunu annemden öğrendim ben. Anne tarihtir, bellektir. Biriktirip aktarır. Annem öyle bir kadındı, anlatıcıydı. Ben onu taklit ediyorum sadece. Sinemada da, edebiyatta da aynı yöntemi kullanıyorum. Özellikle Peri Gazozu ve Cin Aynası’nda, denemelerimde bir hikayeyi sanki biriyle yanyana sohbet ediyormuş gibi yazıyorum. Bir edebiyatçı tarzıyla değil de, hikayenin bir parçası olduğumu unutmadan, ben de işin içinde birlikte oluyorum.

BABAMIN PROJESİYDİM

Babam çok enteresan bir adamdı, şehir kulüplerinde ne zaman babamın yanına gitsem ya bir öğretmenin, ya kaymakamın, ya da savcının yanında otururdu. Amcamlar, (aile çiftçi ya) kızarlardıbabama kendine benzeyen yerlere git diye.‘’Niye kahveye gitmiyorsun da memurlar kulübüne gidiyorsun’’ derlerdi. Babamda müthiş bir okuma özlemi vardı, onun kalbine koymuşlar öyleydi. Biz dört erkek kardeştik, ben en küçükleriyim biraz da projesiydim babamın. Çok hayranlık, çok sevgi vardı ilişkimizde. O da beni çok severdi ve beni hayranlıkla izlerdi. Bu beni ayrıca güçlendiren bir şeydi, babamın gözlerinde beni takdir ettiğini görüyor olmak... Tamam diyorsun kendini test ederken, doğru yerden gitmişim. Bu çok özel bir şey tabii.

TESADÜFLER TESADÜF MÜDÜR?

Babam ben 10 yaşımdayken önüme Drina Köprüsü’nü koyup okutmasaydı, ben 40 sene sonra Kustrica’dan Drina Köprüsü kitabını hediye almayacaktım. O kitaplar beni açtı, aslında o yolculuğa beni babam başlattı. İçini doldurmak lazım, oturup kendinize yeni tesadüfler beklemek değil bu çok kolaycı olur. Yeni tesadüflerin hakkını vererek yaşamak lazım. Altı boş hiçbir şeyin sizi gelip bulacağına inanmıyorum, anlam onun üzerinden kuruluyor.

Ben esnaf çocuğuyum. Babamın çiftçilikten sonra yaptığı gazozculuk işi, Peri gazozu benim çocukluğumu ve gençliğimi de şekillendirdi. Çok erken yaşta çok değişik insanlar tanıdım ve ayakta kalmayı, mücadele etmeyi, bir çeşit survivor gibi onlardan öğrendim. İlişkilerimi esnaflık üzerinden kurdum, onları tanımak onlara göre pozisyon almak. Oyunculuğum da belki oradan besleniyor.

BİR YANDA EN KIYMETLİNİZ...Şimdiki çocukların işi çok zor, onlara haksızlık ediyoruz. Ben çok geç baba oldum. Ebeveynlerin sosyal hayatları çok meşgul,  bu yüzden bir parça yazık ediyoruz onlara. Vazgeçemiyoruz da bir yandan kendi programımızdan. Oğluma hep zaman ayırmaya çalışıyorum bakma sen, her şeyi bırakırım oğlumun basketbol antrenmanına gitmesi gerekiyorsa örneğin her şeyimi kapatırım iki saat. Ama bazen de yapamıyorsunuz, dün gece saat üçte geldim setten. Beni saat onbirde arıyor, annesi de (Nazan Kesal) Bahçeşehir’de oyunculuk dersi veriyor. ‘’Baba ne zaman geleceksiniz’’ diyor. Bir yandan en kıymetliniz, bir yandan yapacaklarınız var. Bu çok trajik bir şey.

OKYANUSUN BİR DAMLASIYIM

Keder bizimle birlikte, onunla öleceğiz. Ama o varken de dünya güzel. Her şeye rağmen şanslıyız. 12 Eylül öncesi gençlikten olmama rağmen yaşadığım döneme şahitlik etmiş olmaktan bile kendimi bazen şanslı hissederim. Onlardan ders aldım, daha erken büyüdüm, başka türlü bir insan oldum. Dünyanın ömrü sizin kaderinizden de, kederinizden de uzundur. Çaresizlik hiç kabullenemeyeceğim bir şey ama kendini bu dünyanın vazgeçilmezi zannetmek de budalaca bir şey. Bizden önce de varolan bir dünya, bizden sonra da varolacak bir yeryüzü. Arif Damar’ın şiirinden hep örnek veririm ya... “Bir damlasıyım okyanusun” der. “Ama damlası” der arkasından. Okyanusun damlasıyım ama damlası ya... Ben olmasam bir damla eksik olacak ama okyanusun damlası. O damlanın hakkını ver, ne kendini okyanus zannet, ne de damla olmaktan gocun!

NE KADAR HAKKINI VERİRSEM...

Bu çağ sürekli ‘’senin hiçbir şeyi değiştirecek gücün yok’’ anlayışını empoze ediyor bireye. ‘’Sen ne kadar müdahale edebilirsin ki? Sen kredi kartının asgarisini öde, sorun yaratma, dört beş yılda bir sandığa git oy at’’ filan. Sonra da tüketici olarak öl, kendinden sonrakilere yer aç. Buradan hayırlı bir şey çıkmaz ki,bu işte kıymetsizleştirmek değersizleştirmek denilen şey!İyi ki yaşamışım diye ölmeli insan ama iyi ki yaşamışım. Dünya tarihine baktığında insan ömrü 70 – 80 yıl, çok komik bir süre. Ege Tıp’ta okurken ben İzmirspor durağında oturmuştum, şimdi geçerken bir hesap yaptım 40 yıl geçmiş. 40 yıl, bu nasıl bir şey... İnsan hüzünleniyor, o zaman anlıyorsun. Ne kadar hakkını verirsem kendime o kadar az haksızlık yapmış olurum.

BİLGİ VE BİLGELİK

Bilginin tek başına kendine ait bir iktidarı var ve  pekala kibire dönüşebiliyor. Bilgelikle mücehhez edilmesi, bilgelikle kuşatılması, içiçe geçmesinin daha doğru ve faydalı olduğunu düşünüyorum. Bilginin altını çizip sanki bütün dertlerin dermanı imiş gibi sunduğumuz bu çağın sonunda insanlık birçok savaştan, yıkımdan, kederden kurtulamadı. Burada bir yanlışlık var, ben bunu anlatmaya çalışıyorum.

Teorize edilen şeyler, bilgi üzerinden kurulan tahayyüller insanlığı mutlu etmediyse oturup bir hesaplaşma yapmak zorundayız. Burada bir problem var, dönüp kadim belleğe, hafızaya bakmak lazım. Benim anamda olan bilgeliğe bakmak, o aktarılan belleği tekrar hatırlamak,  kaybettiğimiz bağlantıyı yeniden kurmak lazım. Bu kitaplarda yazan bir şey değil, Anadolu’nun gömülü duran ruhu gibi bir şey. Belki benim bu anlatıcılığım, mesellerin peşine düşme sebebim de budur.

GÖZLERİMLE OYNUYORUMMizaç olarak ne kadar İdris Koçovalı’yım? Daha önce oynadığım rolleri de hatırlarsanız, çok farklı karakterleri canlandırdığımı görürsünüz. Belki bazıları öne çıkıyor, kendisini daha güçlü gösteriyor. 2008 yılında Üç Maymun ile ilgili Cannes Film Festivali’ne gitmiştik. Orada festival yöneticilerinden bir Fransız sinemacı, “Sizin yüzünüze baktığımda hem şefkatli bir baba, hem bir politikacı, belki de bir seri katil, çok otoriter bir işadamı... Bütün bunları bir arada görebildiğim bir yüzünüz var. Hepsini aynı güçte hissedebiliyorum” demişti. Bu kıymetli bir şey, oyuncu bütün rolleri oynayacak diye bir şey yok. Üstelik benim gibi eğitimini almamış birisi bu kadar kolayca kılık ve şekil değiştiremez. Ama ben galiba kendi içimde taşıdığım bu birikimi yüzümde rahatlıkla, hızla geçiş yapacak bir şey keşfettim ve oyunculuğumu da onun üzerinden yapıyorum. Daha çok gözlerimle ve yüzümle oynuyorum.

ROL YAPMAYI BİLMİYORUMBen ne kadar İdris’im? Aslında Ercan Kesal’ın kendisi de bir İdris. Yozgat Blues’daki Yavuz’un da bir parça Ercan Kesal olması gibi! Ya da Bir Zamanlar Anadolu’daki muhtar, o da Ercan Kesal’dan azade değil. Ben kendimden başka bir şeyi oynayamıyorum ki, sadece o oynadığım karakterle ilgili kendi içimdeki bir şeyi arıyor, onu biraz daha öne çıkarıp göstermeye çalışıyorum. Bu yüzden oyunculukla ilgili bütün deneyimlerim bir çeşit psikoterapotik deneyimlerdir. Ben rol yapmak yerine o olmayı tercih ediyorum, bende duran bir şeyin altını çizip daha güçlü bir şekilde gösteriyorum.

Şöyle söyleyeyim, Bir Zamanlar Anadolu’daki muhtarı oynarken geceyarısı evine gelen bürokratlara yağcılık yapan bir adam kimliğini aslında bir özel hastane sahibi doktor Ercan Kesal’in Sağlık Bakanlığı’ndan gelen müfettişlere gösterdiği tavır gibi gösteriyorum. Bana da Bakanlıktan birileri geldiği zaman niye geldiniz demek yerine onlara kahve çay ikram ederek yangın merdiveninden, arkadan önden bahsediyorum. Hayat böyle akıyor çünkü. Ben rol yapmayı bilmediğim için taklit edemiyorum, böyle bir oyunculuk yöntemi varmış galiba ama ben onu da bilmiyorum, yani o akılla yapmıyorum.

ÇUKUR’DA ÇOK ŞEY ÖĞRENDİMBenim içinde bulunduğum sinema biçimi, sinemaya ahlaki bir kurum olarak bakan bir anlayışın sineması. Bu anlayıştaki sinema artık yapılamaz hale geldiği için, seyircisinin ve salonunun olmadığını bildiğim için bir arayış içerisindeyim.Öyküsü bana ait olan, senaryosunda çalıştığım ve oyuncusu olduğum Bir Zamanlar Anadolu’da filmi eleştirmenler tarafından 21. yüzyılın en etkili yüz filmi içinde 52. seçildi. Türkiye’de 180 bin kişi izledi galiba. Çukur’un İdris Babası olarak “Parmağını indir” diyorum. İndirmiyor, adamın parmağına ateş ediyor benim yardımcım, bir haftada 7.5 milyon kişi tıklıyor. Burada bir şey var, bunu anlamak zorundayız. Sinema filmine aylarca çalışıyoruz, 21 günde çekiyoruz. Biz Çukur’da her hafta bir sinema filmi çekiyoruz, bu acayip bir pratik. Çukur’da kamera önünde, arkasındaöğrendiklerimi hiç unutmayacağım.

POPÜLER KÜLTÜR BÖYLE BİR ŞEY

Isparta Kitap Fuarı’na gidecektim, havalimanında arabamı park etmek için yer arıyorum. Bir yer gördüm, hemen gaza bastım. Bi delikanlı bekliyor başında, ben yanaştım yavaşça “Bilader kimin burası, ne bekliyorsun orada” dedim. Durdu, “Senin ağbi “dedi. İyi burada ekmek var diye düşündüm, ciddi misin dedim. “Ne demek abi İdris Baba gelmiş” dedi. Meğer bir şirketin adamıymış, teşekkür ettim. “Abi sen ne zaman istersen gel” dedi. ‘’Ama bi fotoğraf çekinelim!’’ “Ne demek fotoğrafın lafı mı olur” dedim (gülüyor) kucaklaştık ayrıldık. Bir de dürümcüler beni seviyor, para almıyorlar. Ama onlar da fotoğraf peşinde, “İdris baba burada dürüm yiyor” diye yazıyorlar sonrasında. Çağ kebabı çok severim mesela, gidemiyorum, beni mutlaka o dönen şeyin başına geçirip fotoğraf çekiyorlar. Büyük boy fotoğrafımı koyuyorlar sonra. (Kahkahalar). Popüler kültür böyle bir şey ama oğlum Poyraz hiç memnun değil galiba bu durumdan. Benim eşim de Fazilet Hanım ya (Nazan Kesal) şimdi Fazilet ile İdris elele tutuşmuşlar yolda gidiyor. Oğlum Poyraz da basketçidir, bizden on metre uzakta yürüyor “Tanımıyorum ben bunları” havalarında!

ÇOK TİTİZ VE DİSİPLİNLİYİMProf. Dr. Süheyl Ünver çok kıymetli bir hocaydı, İstanbul aşığıydı rahmetli oldu çoktan. Risalelerini okuyorum şimdi, tanıdıkları ondan ‘’budalalıktan nefret ederdi ve çok kızardı’’ diye söz ediyor. Ben de Süheyl Hoca ile aynı zaviyedeyim, aynı hatayı ısrarla sürdürmektir budalalık. Farkındalığın olmaması, ders alınmaması beni çok öfkelendirir. Hayatın her alanında böyledir, içinde biraz kurnazlık da var ve bu bana çok yakışıksız geliyor.

O yüzden biraz gergin bir yöneticiyimdir. Hastanedeki çalışma arkadaşlarım da bilir, hatanın tekrarlanmasına çok kızarım. Dikkatli, planlı yaşayan birisiyim. Kaybedilmiş zaman parçasına çok üzülürüm, yaptığım her şeyin bir işe yaramasını isterim. Böyle yaşayan birisiyim, sabahlara kadar otururum maillerime kendim cevap veririm. Bir şey yapmaya kalkışmışsam en iyisi olsun isterim. Sette de disiplinli bir oyuncuyum galiba, bütün yönetmen arkadaşlarım defalarca söylemişlerdir bunu.

ÇOK İSTERSEN MUTLAKA OLUR KUZUM

Annem Fadime Kesal’ın lafıdır, “Çok istersen mutlaka olur kuzum.” Bu böyledir, çünkü bir şey olmamışsa onu gerçekten çok istememişsin demektir. Bunu bir çeşit tedavi cümlesi gibi de düşünebilirsin, insanı depresyondan alıkoyar. Ben bir şeyi çok istiyorsam bütün dünyanın size yardım ettiğine, yol verdiğine, önünüzü açtığına inananlardanım. Olmuyorsa demek ki onu yeterince istememişim diye düşünürüm. Herkes çok istediğini sanıyor ama işte sorun biraz da o. Çok istemek emek isteyen bir şey. Biz biraz böyle isteyelim de hemencecik olsun, emeksiz yemek olsun bir dünyanın çocuklarıyız. Halbuki her şey çok zor, çok zahmetli.

Metin Erksan, kitap okumak dünyanın en zor şeyi derdi. “Yalan söylüyorlar, okuyorum havasına giriyorlar” derdi. Gerçekten okumak ama, Metin hoca kitaplarını cetvelle çize çize okurdu. Bizde birçok kütüphane okunmamış kitaplarla doludur.  Onun hakkını vermek lazım, emeğini zahmetini yaşamak lazım. Hala olmuyorsa, çok da dert değil. O zaman zaten vazgeçiyorsun, sahip olma tutkusunun sende bırakacağı yıkımdan da kurtuluyorsun.

KENDİMDEN EN ÇOK NE İSTEDİM?Ben hayatımda en çok iyi bir adam olmayı istedim. Meslek şu bu yetmiyor bunu tarif etmeye, kendime olan saygımı kaybetmemek istedim. Kendimden memnun bir adam olarak ölmek istedim. Kendine saygı duyarak defteri kapatan bir insan olmak istedim. Bu dünyanın hakkını vermiş bir adam olmak istedim. Çünkü bir insanın kendinden daha ağır bir yargıç yoktur, o çok acımasız bir yargıçtır. Başkası size ne söyleyebilir ki Allah aşkına? Kimin ne söylediğini ne kadar ciddiye alabilirsiniz? Kendinize söylediğiniz şeyler çok daha yakıcı ve çok daha yıpratıcı olabilir.

Sanki, bazı, galiba, aslında kelimelerini söylediğin gibi çok kullanıyorum. Bu bir çeşit empati kurmakla ve diğergam olmakla ilgili bir şey. Köşeli, sert cümle kurmak, sert kelimeler kullanmak kolay bir iştir. Cümlenizin sonunu sanki diye bağlarsanız, bütün sertliği, köşeleri, hoyrat tarafı uçar gider. Sanki dediğiniz zaman “Ben de o kadar emin değilim galiba, sen ne diyorsun....” demektir aslında.

BENİM BAŞKENTİM İZMİR

Yarım kalmış aşkların, olmamış hayallerin masum şehri İzmir. Benim başkentim İzmir, niye öyle? Ben 17 yaşımda geldim İzmir’e, ilk gençliğimin kenti. Ayrıldığımda da 24 yaşımdaydım. İlk gençliğin bütün heyecanlarını, coşkularını, hayal kırıklıklarını, bütün ümitlerini o senelere sığdırdım. Türkiye zor yıllar geçiriyordu. Ben bütün bu kaosun içerisinde İzmir’e dair hiç kötü bir şey hatırlamadığımı fark ederim hep. Nedense İzmir diyince hemen içime bir ferahlık doğar, kendimi İzmir’de hep iyi hissederim. Bunu da gençlik yıllarımı İzmir’de geçirmeme bağlıyorum.

Niye olmamış şeylerin masum başkentidir? Dünyanın en güzel şehirlerinden bir tanesi ama bence içinde yaşayanların kendilerini gerçek anlamda ifade etme, kendilerini gerçekleştirme yollarına dair de bir yarım kalmışlık taşır İzmir. Taşra olduğu için İstanbul karşısında ezilir, Ankara’nın karşısında güçsüz hisseder. İzmir kendisini İstanbul gibi dominant ve biraz da kibirli bir biçimde ifade etmeyi bilmez. Ankara gibi otoriter bir dili de yoktur. Sanki habitatı, yaşadığı besi yeri içindekini de kendine benzetmiştir. Aslında İzmirli de İzmir gibidir. İstanbullu’nun o tuhaf üstenci dili yoktur İzmirli’de. İzmirli’nin dışarıdan bakıldığında sanki biraz daha keyifçi, biraz daha sakin, biraz daha neşeli, dünyaya boş veren bir yapısının arkasında ben bu dünyaya dair bir çeşit keder, hayal kırıklığı taşıdığını düşünürüm. Hafıza olarak en az İstanbul kadar güçlüdür, Ankara ile karşılaştırmıyorum bile. Nerede yaşamak istersiniz dendiğinde en sonunda dönüp dolaşacağım yerin İzmir olduğunu düşünüyorum. Kendimi İzmir’de hep iyi hissederim. Eninde sonunda İzmirli olacağım, başka çaresi yok (gülüyor).

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 Nesrin Oral
 12 Kasım 2018 Pazartesi 08:13
Sevgili Hemşehrim, Gurur kaynağımızsın,başarılarını heyecanla izliyoruz...akıcı edebi dilin insanı büyülüyor ;sevgi saygı ile selamlar
 mustafa moroğlu
 6 Kasım 2018 Salı 13:31
teşekkürler hanzade
 Dr İnci Erkin
 6 Kasım 2018 Salı 12:07
Gene süper birröportaj olmuş. Ercsn beyin Tıp doktoru oldugunu bilmiyordum. Diziyi de izlemeye karar verdim. Ne güzel bir insan hamuru yoğurmuş anacığı Ercan Kesal ile ...
 Cahide Çöl Koçak(Avanos)
 6 Kasım 2018 Salı 08:32
Ercan Bey,her şeyi okadar güzel akıcı bir dille anlatmıssinız ki bir çırpıda okudum.Kitaplarınızdan"Peri Gazozu ve Cin Aynası"nı da okudum.Orada bahsettiğiniz şahsiyetlerin bir çoğunu tanıdığım için çok keyif aldım.Sayenizde geçmişe yolculuk yaptım.Elinize emeğinize sağlik.Yolunuz açık olsun.Başarılar diliyorum.
 OĞUZ
 5 Kasım 2018 Pazartesi 23:37
Ercan ın görüş ve düşüncelerini samimi ve etkili bir dille anlatmışsın. çok güzel bir röportaj olmuş ellerine sağlık.
 Sureyya Ongel
 5 Kasım 2018 Pazartesi 19:28
Bu diziyi izlemiyordum ama bu gunlerde izlemek istedim.Her roportajindan sonra ne oğrendim diye duşunurum cunki senin roportajlarinin ozelligi birseyler katmasidir bilgi dağarciğimiza .Eline saglik.
 Bekir Doğan (Cavuşin )
 5 Kasım 2018 Pazartesi 19:07
Selamlar sevgiler Mevlüt amcamın oğlu yaz sıcağında peri gazoz u iiçerek rahatladım. Şimdi ise filmlerini dizilerini izleyerek gönlüm ruhum rahatlı yor sağ ol var ol.
 Ayhan ALBAŞ
 5 Kasım 2018 Pazartesi 18:47
Adam gibi adamsın Ercan HOCAM Keskinden Selamlar
  Nihal uğur
 5 Kasım 2018 Pazartesi 17:11
Yazar kızımız hanzade ünuz önceki röportajlarında olduğu gibi çok akıcı bir dille Ercan kesal i anlatmşsın çok begendim eline kalemine sağlık
 Mehmet Remzi Güven
 5 Kasım 2018 Pazartesi 16:23
Ağzına yüreğine sağlık.Arkadaşım. Yazılarını takip ediyoruz.Kolay gelsin.
Diğer Röportajlar