GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ekonomi
21 Kasım 2020 Cumartesi 09:25

Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Kınay: Çeşme projesi doğru değil çünkü...

Çeşme'de kontrolsüz şehirleşme süreci yaşandığına dikkat çeken Başkan Helil İnay Kınay, "Projenin tüm boyutlarıyla incelenmesi lazım. Davet edildiğimiz toplantılarda görüşlerimizi bildirdik ve sonraki toplantılara çağrılmadık. Hukuka uygun olmayan süreçler söz konusu. İzmir'e nüfus yükü getirecek bu projeyi desteklemiyoruz. Gerekli idarelerin, bu gerekçelerimizi dikkate alacağını umuyoruz" dedi

EGEDESONSÖZ - Çevre Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Başkanı Helil İnay Kınay, SonSöz TV'de çevreyle ilgili çok önemli açıklamalarda bulundu. Gazeteci yazar Muhittin Akbel'in sorularını yanıtlayan Kınay, Ege Turizm Merkezi - Çeşme Projesi'ni desteklemediklerini belirtti, gündeme dair değerlendirmelerde bulundu.

ENKAZDAN ÇIKAN GAZLAR, TEHLİKE YARATIYOR
"Depremin üzerinden neredeyse üç hafta geçti. Çok büyük acılar yaşadık. TMMOB’a bağlı tüm odalarımızla birlikte biz de sahadaydık. Tespit çalışmaları, haritalandırmalar yapıldı. Geçici toplanma alanlarında vatandaşlarımıza destek olduk. Her bir odamız, kendi uzmanlık alanlarından bakarak kendi alanlarından çalışmalar yaparak incelemelerde bulundu. Bu acının bir daha yaşanmaması için alınması gereken önlemler var. Bizim de sürekli uyardığımız konular vardı, dikkate alınmayan. Bizler depremin çevre boyutu, atık yönetimi ve halk sağlığı konularında çalışmalar yaptık. Değerlendirmelerimizi paylaştık enkaz kaldırma çalışmaları konusunda. Gerçekleşen her faaliyetin bir çevresel boyutu var, bu yüzden uzmanlar tarafından incelenmesi gerekiyor. Aydınlatma ekipmanlarından duvarlara kadar hepsi, kimyasal içeren atıklar. Çevre mühendisleri olarak özellikle kentlerde bina yıkım çalışmalarının nasıl yapılması gerektiğini paylaşıyoruz. Planlı şartlarda bile çok özel çalışmalarla yapılması gereken yıkımlar, depremle birlikte çeşitli kimyasal gazlar, radon, cıva, sülfür, asbest gibi depo edilmiş kimyasallar olabilir. Yıkılan binalarda ne var, ne yok, bilemiyoruz. Afet planlarında bunların çalışmasının yapılması gerekiyor. Asbest, ucuz bir yalıtım malzemesi olarak çok kullanılıyordu geçmişte. Şu anda kullanımı yasak. O dönemde yapılmış eski binalarda kullanılmış. Bu yüzden gerekli önlemler alınarak bertaraf edilmesi gerekiyor. Hasarlı binalarla ilgili asbest kullanımıyla ilgili veriler yok elimizde. Bu yüzden en kötü ihtimaller belirlenerek çalışmalar yapılması gerekiyor. İzmir halkı iyi niyetiyle enkaz alanında yardımcı olmaya çalıştı. Enkaz afet yönetimi, sağlık ve çevresel riskleri olan çalışmalar bu yüzden planlı bir şekilde uzmanlar tarafından yapılması gerekiyor. Enkaz ve geçici toplanma alanlarında gerekli önlemlerin alınması gerektiğinden bahsettik. Yıkılan binalardan çıkan kimyasal toz bulutu sebebiyle vatandaşların orada bulunmaması gerekiyor. Çalışmaların sağlıklı bir şekilde yönetilmesi için uzman personelin, koruyucu ve gerekli ekipmanlarla orada bulunması gerekiyor. İleride sağlık sorunları yaşamamak için vatandaşlarımızın bu konuda dikkat etmesi gerekiyor."

KENT PLANLARINDA ZORUNLU ÇEVRESEL İHTİYAÇLAR DA YER ALMALI
"Bizler, yani çevre mühendisleri, her yıl çevre durum raporlarını yayınlarız. Bahsettiğimiz bir cümle var yıllardır; İzmir kenti, çevresel altyapı anlamında rakamsal olarak bir numara, aydınlık bir yüzü var. Arıtılan atık suların oranı, Avrupa Birliği standartlarında. Arıtılan atık suların oranı ve arıtma tesisi sayıları olarak baktığımızda bir numara olarak gözüküyor İzmir... Ancak İzmir kentini kendi içerisinde sağlıklı ve sürdürülebilir bir yaşam alanı olarak değerlendirdiğimiz zaman, şu gerçeklerle de karşı karşıyayız: Bugün İzmir'de atık su artıma tesisi sayısı 67. İZSU Genel Müdürlüğü de bu süreci yönetmekteki genel sorumlu olarak, bu kapsamda gerekli çalışmaları yapıyorlar ve arıtma oranlar yüzde 97... Bu iyi bir rakam ancak arıtma, tek başına yeterli değil. Çünkü kentin altyapısıyla ilgili arıtmaya giden suyun kanalizasyon sistemi, atık su toplama sistemiyle ilgili süreçlerde de ve atık su arıtma tesislerinde de bu standartların aslında normal yaşamsal standartların olduğu, ileriye yönelik enerji kullanımı, kendi kendini yöneten tesisler gibi çalışmalar olması gerektiğini biz her zaman bahsediyoruz. İzmir de son yıllarda ciddi bir nüfus ve göç sorunu var. Buna ilişkin olarak kentte ciddi bir yapılaşma faaliyeti var. Üstteki yapılaşmaya yetişemeyen bir altyapı süreci var. Kent planlarında zorunlu çevresel ihtiyaçların düzenlenmesi çok önemli. Kentleri planlarken bu kentte yaşayanların nefes alacak alanları da planlarda belirlenmesi gerekiyor. Biz de zaman zaman İzmir’de koku problemleri yaşayabiliyoruz. Bu konular kısa vadede çözülecek konular değil. Kentin sağlıklı içme suyunu sağlayan ve aynı zamanda atıkları arıtan bir sistemi olması gerekiyor ama bu yoğunluktaki yapılaşmaya ne kadar yetecek bu altyapı, bilemiyoruz."

ÇEŞME PROJE ALANINDA HUKUKA UYGUN OLMAYAN SÜREÇLER SÖZ KONUSU
"Kente yönelik her türlü değerlendirmeyle ilgili biz görüşlerimizi paylaşılıyoruz. Bu süreçte önemli olan tüm boyutlarıyla incelenmesi. Biz Ege Turizm Merkezi - Çeşme Projesi'ni, kamuoyundan öğrendik. Davet edildiğimiz toplantılarda görüşlerimizi bildirdik fakat daha sonraki toplantılara çağrılmadık. Çeşme bölgesi, ciddi anlamda kontrolsüz şehirleşme bir süreci var. Projenin olacağı alanla ilgili de hukuka uygun olmayan süreçler söz konusu. Bu alan, orman ve SİT alanı. Çeşme’nin su kaynaklarını taşıyan, flora ve fauna anlamında önemli bir alan. Çok özel koşulları barındıran, hassas bir şekilde uzman incelemesi isteyen bir alan. Projenin ne olduğunu tam olarak bilemiyoruz. Turizm merkezi haline gelmesi yönünde bir öngörü var. Alanları kaybedeceğiz öyle olursa. Bu noktada projeyi doğru bulmuyoruz. İzmir kentine nüfus yükü getirecek bu proje, projenin gerçekleşmesi halinde çok ciddi olumsuzluklar getirdiklerini görüyoruz. Gerekçelerimiz çok net ortada. Gerekli idarelerin bu gerekçelerimizi dikkate alması gerekiyor."

GÜNEŞ VE GÜNEŞ ENERJİSİ TEMİZ ENERJİ, AMA YERİ DOĞRU SEÇİLMELİ
"Bizim uzmanlık alanımız, gerçekleştirilen her faaliyetin planlama aşamasından başlayarak çevresel boyutlarının izlenmesi ve kontrolüne yönelik çalışmalar yapmak. Özellikle enerji politikalarıyla ilgili yıllardır paylaştığımız raporlar var. Termik santralleri yıllarca tartıştık, Aliağa’daki termik santraller konusunda çalışmalarımız devam ediyor. Termik santralleri konuşurken yıllarca güneş ve rüzgar bize yeter, dedik, yenilenebilir enerji kaynaklarına vurgu yaptık. Bu anlamda güneş enerjisi ve rüzgar enerjisi, diğer enerji yöntemlerine baktığınızda atık üretmeyen, daha az atık üreten temiz enerji kaynaklarıdır. Her projede olduğu gibi öncelikle alan seçimi çok önemli. Enerji temiz olsa da yer yanlışsa, sıkıntılar meydana gelir. Karaburun bölgesine yerleştirilen RES’lerin planlama ve yatırım süreçlerinde yerleşim alanlarına çok yakın yerlerde yapılmış olması, konutlara 50 - 80 metre mesafede tribünler olması, doğru olmamıştır. Tarım alanlarına, Doğal SİT alanlarına yakınlık açısından çok özel hassas bir konuma sahip o tesisler... Bu alanda yapılacak her türlü faaliyetin alanının koşulları değerlendirilerek ortaya konması gerekiyor. Ancak doğal SİT alanlarında yapılan yapılaşmalar, süreçler, hem tribünlerin yapılması; açılan yollar, yapılaşma süreçleri, işletilmesi, çevreye yarattığı sorunlarla karşımıza çıkıyor. Biz yararlı olarak gördüğümüz rüzgar santrallerinin yarımada bölgesinde yarattığı olumsuzluklar nedeniyle bölge halkının da karşı çıktığı bir süreci yaşıyoruz. Bu karşı çıkışlar haklı. Dolayısıyla ilgili idarelerin karar verirken, İlgili firmaların da işletirken, uzman disiplinlerle doğru bir şekilde planlama yapması gerekiyor. Burada tabii ki ÇED raporları ve planlama esnasında yaşanan aksaklıklar da var. Bölgedeki bütün tesislerle beraber yaratacağı etkileri bütünüyle değerlendirmek gerekiyor. Hem planlama, hem de karar verme açısından yaşanan bu aksaklıklar, geri dönüşü olmayan birçok sıkıntı ortaya çıkarıyor. Maalesef uygulamada bu tür sorunlarla karşılaşıyoruz."

İZMİR'İN ÇERNOBİL'İ HALA TEHLİKE SAÇIYOR    
"İzmir ve Türkiye olarak risk altındayız, Gaziemir'deki eski kurşun fabrikası nedeniyle... Kurşun geri kazanım tesisi, 1940’lı yıllarda inşa edilmiş, zamanla kentin içinde kalmış. Bahçesinde gömülü atıkların olduğu ortaya çıkıyor ve atık, radyoaktif bir atık. Ülkemize girişi yasak olan bir atık. Nükleer santrallerde kullanılan bir atığın nasıl ülkemize geldiği, oraya nasıl girdiği, bir muamma. Bu konu, 2011 yılında bir gazete haberiyle kamuoyuna düştü ve biz de oradan öğrendik. 2007'den 2011 yılına kadar kimse bilemedi. Türkiye tarihinin en büyük çevre cezası kesildi. 2020 yılına geldik ve atıklarla ilgili hala bir şey yapılmadı. Araziye gömülmüş olan atığın ne olduğu, ne zamandır orada bulunduğu, ne miktarda orada olduğu, hala belirlenmeli. Aradan geçen 13 yıla rağmen o atıklar orada duruyor. Hayvanların otladığı, çocukların oynadığı bir alan orası. Yıllardır çözemediğimiz bir sorun varken, bizler nükleer santral kurmayı planlıyoruz, Bu nasıl olacak, merak konusu."

ENERJİ Mİ, TARIM MI, DERKEN; TARIM, ENERJİYE FEDA EDİLDİ
"JES’ler, doğru kullanıldığında hayatı kolaylaştıracak bir alternatif enerji yöntemi. Balçova’da bunu ısınma amaçlı kullanıyoruz. Kullanıldığı yerler ve işletim yöntemlerinde yaşanan eksikliler ve yanlışlıklar, bize bunları çevresel tehdit olarak karşımıza getiriyor. Aydın bölgesindeki uzun yıllardır jeotermal enerjiyle beraber kontrolsüz ve plansız olarak kurulan tesisler var. Bu tesislerin özellikle sondaj ve enjeksiyon çalışmaları sırasında yarattığı çevresel risklerin yönetilememesi ve çevresel taşıma kapasitesinin belirlenmeden, bir planlama çalışması yapılmadan yapılan çalışmalar bugün Aydın bölgesinde hem havasının suyunun kirlenmesine yol açıyor. Özellikle bölgenin çok ciddi olan tarım potansiyelinin özellikle incir üretimindeki sıkıntılara sebep oluyor. Enerji mi, tarım mı, derken tarımı enerjiye feda etmiş oluyoruz. Doğru gördüğümüz tesislerin bile yanlış işletildiği gerçeğinden yola çıkarak, doğru yerde, doğru şekilde planlanmış, projelendirilmiş ve yönetilmiş olması gerekir. Yoksa bu JES ve RES’lere karşı da toplumda ciddi bir önyargı oluştu. Doğru tesis yapsanız bile önyargıları kırmak için uğraşmak zorundasınız. Buradaki temel konu, hem kamunun hem de bu tesisleri işleten ve yönetenlerin gereklilikleri yerine getirmesi gerekiyor. GES’lerde aynı süreci yaşıyor. En son Karaburun’da ciddi bir orman kıyımı yaşandı, enerji ihtiyacına alternatif yöntemleri birinci sınıf tarım arazisine ve ormana kurmak kabul edilemez gerçekler. Bu çok yanlış bir uygulama. Bu noktada planlama, projeleme süreçlerinin uzman disiplinlerle doğru bir şekilde yönetilmesi gerekiyor."

ŞU ANDA TÜRKİYE'DE HAVA KALİTESİ, ÇOK CİDDİ BİR SORUN
"Odamızın her yıl yayınladığı hava kalitesi raporları var. Kendi yerellerimizde buna ilişkin raporlarımızı hazırlarız. Kış döneminin yaklaşmasıyla beraber ısınma kaynaklı kirleticilerin artmasıyla, kentlerimizde sokağa çıktığımızda o puslu havayı, nefes alamadığımız, genzimi yakan havayı alıyoruz. Türkiye genelinde hava kalitesi çok ciddi bir problem. Bizim izleme istasyonlarımızdan aldığımız veriler, Çevre ve Şehircilik bakanlığının izleme istasyonlarının verileri, online olarak izlenebilir. Ancak bu izlemelerde parametreler, Avrupa Birliği düzeyinde yeterli ve izlenmesi gereken parametreler değil. Sonuçlar bize tam anlamıyla kesin referanslar vermiyor. Raporlarımızda bunu çok daha kapsamlı paylaştık ancak istasyonlarımızda veriler incelendiğinde bizde daha çok kükürt, azot oksitler yada karbon oksitler inceleniyor ancak kurşun, arsenik, benzen gibi kirleticiler bizde incelenmiyor. Bir iki yıldır Avrupa Birliği standartlarıyla aynı bizim standartlarımız.  3- 4 yıl öncesine kadar Avrupa Birliğinde belirtilen standart limit değerlerin daha üzerindeydi Türkiye’de uygulanan standartlar. Şu anda da değerlendirmelere baktığımızda Türkiye’de hava kalitesi çok ciddi bir sorun. Dolayısıyla kentleşme süreçleri de daha çok yükleniyor. İzmir'de de biz bu süreci yaşıyoruz. Rakamsal değerlerİ, limitlerin altında kirleticiler olarak görmüyoruz ama anlık olarak artışlar oluyor. Buna ilave olarak da partikül maddelerde limitlerin her zaman üstündeyiz; bu da ciddi bir sıkıntı. Bunun sebeplerine baktığımızda ısınma kaynaklı kirleticiler, trafik ve sanayi, kaliteyi etkileyen en önemli faktörler. Bu süreçleri değerlendirirken kentin planlanması, bu anlamda yeşil alanlar, havanın dolaşabileceği hava koridorlarının bırakılması çok önemli."

ALİAĞA'NIN HAVASI, İZMİR'İN HAVASINI DA KİRLETİYOR
"Aliağa bölgesi 1960’lı yıllardan günümüze kadar çok ciddi kirlilik yaratacak endüstri bölgesi. Petro kimya, gemi söküm ve demir çelik tesisleri var. Kocaeli’yle beraber Türkiye’deki en önemli endüstri bölgesi ve tabii önemli çevresel kirliliğe sahip bir bölge. Biz Aliağa'yı yıllarca hava kirliliği açısından değerlendirdik. Oysa yaptığımız araştırmalarda bölgenin, havasının yanı sıra suyunun da, toprağının da kirli olduğunu görüyoruz. Ciddi emisyon kaynakları var. Buna ilişkin bakanlık tarafından yapılan değerlendirmelerde sürekli izleme sistemlerinin olduğu belirtilse de ölçüm istasyonlarındaki değerler bize zaten havanın kirli olduğunu gösteriyor. Aynı zamanda bölgedeki halkın değerlendirmeleri havanın kirli olduğunu gösteriyor. Halk sağlığı uzmanlarının çalışmalarıyla Aliağa'da çok ciddi kanser oranlarının arttığı belirlendi. Buna ilişkin olarak İzmir Büyükşehir Belediyesi Meclisinde geçen hafta bir karar yayınlandı, bir komisyon vasıtasıyla o bölgede yeniden bir kirlilik tespit çalışması yapılacak. Bu kapsamda da buna yönelik önlemler alınacak. Çevre ve Şehircilik bakanlığının tek başına güçlü bir çatı olmasını istiyoruz ama maalesef henüz o aşamada değil. Zaten kirlilik tespit çalışması ortaya konmuştu, ilk ara rapor sonuçları ortaya konuldu ve Aliağa’nın mevcut faaliyetiyle çok ciddi bir sorun olduğu ortaya çıktı. Bu bölgede herhangi bir yeni faaliyete, yeni bir yatırıma ve kapasite artışına izin verilmemesi gerektiği söylenmişti. Kentteki ÇED süreçlerinde 2010 yılından beri toplamda 55 ÇED olumlu kararı verildiğini görüyoruz. Kentteki ÇED süreçlerine ilişkin değerlendirmeler; Aliağa’daki tesislerin kapasite artışı, yeni tesis yatırımları, yarım da bölgesinde taş ocakları ve madencilik faaliyetleri üzerine yoğunlaşıyor. Bu noktada çevresel kirlilik kapasitesini doldurmuş ve aşmış durumda. yeni yatırımlar, geri dönüşü olmayan daha büyük sorunlar getirecektir. Aliağa tek başına çevre kirliliği sıkıntısı çeken bir yer değil; Çiğli, Karşıyaka ve tüm İzmir, bu sorunlardan etkileniyor. Bizim çevre mevzuatlarımıza baktığımızda çok büyük eksiklikler yok ama uygulama aşamasında hayaller ve gerçekler arasında birçok sıkıntı var. Özellikle denetim sürecindeki eksiklikler, İzmir’de kendi payımızı alıyoruz. Aliağa bölgesinde  de özellikle baca kaynaklı emisyonlarla ilgili sürekli izleme istasyonların olduğu, online izlendiği, denetimlerin yapıldığı, bakanlık tarafından paylaşılan raporlarda belirtiliyor. Ancak bu kadar sağlıklı işletilen ve denetlemelerin yapıldığı bir süreçte o bölgede yaşayan vatandaşların, bizlerin hava kalitesi sıkıntılarının yaşamaması gerekiyor.Demek ki gerçeği yansıtmıyor.^

ÜÇ İLÇEDEKİ KÜKÜRT DEĞERLERİ LİMİTLERİN ALTINDA, ANCAK...
"Kış aylarının yaklaşmasıyla beraber biz İzmir’de vatandaş olarak hava kirliliğini konuşmaya başlıyoruz. Ancak İzmir’de sadece kış aylarında değil, tüm aylarda ciddi bir hava problemi var. Standartların altında gibi görünse de Bayraklı, Çiğli, Karşıyaka bölgesinde kükürt değerlerinde limitlerin altında olduğu, ancak bir önceki yıla göre 2018 ve 2019 yıllarında kükürt değerlerinin arttığını görüyoruz. Süreçlerin ilgili idareler tarafından değerlendirilmesi lazım. Rakamsal olarak limit değerin altında kalmış olması yaşam kalitemizin iyileştiği, hava kalitesinin iyi olduğu anlamına gelmiyor. Çünkü limit değerlerin çok da altında değiller aslında sınıra yakın değerler. Uzun vadede problem olmasa da günlük limit aşımları oldukça yüksek. Türkiye’nin her kentinde yüksek. Dolayısıyla bu kenti yönetenlerin, hem yerel hem de merkezi idarelerin kent planlamasından başlayarak her süreci doğru ve etkin bir şekilde uzman personelle yönetimi yapması gerekiyor."

TÜRKİYE'DE ATIK YÖNETİMİ MAALESEF YAPILAMIYOR
"Atık yönetimi, en önemli sorunlarımızdan birisi. Türkiye’de atık yönetimi yapılamıyor. Yönetmeliklerimiz, mevzuatlarımız var, uygulamaya yönelik çalışmalar var, ancak olması gereken düzeyde değil. Evimizden çıkan çöpün doğru şekilde ayrımını yaptığımız, doğru bir şekilde bertaraf ettiğimiz bir sistemin olması gerekiyor. Ancak mevzuatlar kapsamında 2000 yılından itibaren evlerimizden ayrı toplanması zorunlu olan çöpler, hala pilot ölçekli çalışmalarla devam ediyor. Atık yönetimi ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığının son dönemde çıkardığı sıfır atık projesiyle ivme kazanmış gibi gözükse de yada çeşitli değişiklikler gelse de, biz çöpümüzü doğru çıkaramıyoruz evimizden... İlçe belediyeleri tarafından doğru toplayamıyoruz, yerel yönetim ve merkezi idareler tarafından bertarafını sağlayamıyoruz. Türkiye’nin ilk düzenli depolama sahası olan ve uzun yıllar bu özelliğini koruyan Harmandalı, yanlış yapılan planlama faaliyetleriyle  kent içinde kaldı. Bunun çözülebilmesi için İzmir Büyükşehir  Belediyesi tarafından entegre katı atık bertaraf tesisi yapılmasına yönelik Yamanlar bölgesinde bir proje ortaya çıkmıştı. Burada modern ve doğru çözüm, doğru çıkardığımız çöpümüzün entegre tesislerde bir dert olarak değil, değere dönüştürülmesidir. Çöp sosyal bir problem, tek başına teknik anlamda çözülmesi mümkün değil. Biz vatandaşların da çaba göstermesi gerekiyor. Biz çöpümüzün tamamını depoluyoruz. Dolayısıyla alanlarımızı kaybediyoruz. Oysa İzmir kenti için yapılan değerlendirmelerde günlük 3 bin 500- 4 bin ton çöp üretiyoruz. Ve bu çöpün tamamını Harmandalı depolama sahasına götürüyoruz. Bu çöpün yüzde 30- 35’lik kısmının sadece depolamaya gitmesi, diğer kısmının alternatif bertaraf yöntemleriyle değerlendirilmesi gerekiyor ve bu mümkün. Ekonomik olarak da çok doğru bir yaklaşım. Ancak maalesef bu çalışmalar İzmir için çok ağır aksak ilerliyor, Türkiye için de böyle."

HEPİMİZ ÇEVRECİYİZ ANCAK YEŞİLİ SEVMEK VE ÇEVRE MÜHENDİSLİĞİ FARKLI ŞEYLER
"Yaşamsal anlamda öneme sahip bir meslek disiplinidir, çevre mühendisliği. Bu kapsamda da yürütülen her faaliyet gibi idari kurumlarda, yatırımcı kuruluşlarda, denetleme süreçlerinde ve bu işleri yöneten özel sektörde yer alması gereken bir meslek disiplini. Hepimiz çevreciyiz ancak yeşili doğayı sevmek, çevre mühendisliği farklı şeyler. Maalesef Türkiye’de 30 yılı aşkın bir süredir çevre mevzuatımız var, meslek disiplini var ve bakanlık var. Mevzuatlarımızda çok ciddi eksiklikler yok ancak tersine gidiyoruz. Bu tersine gidişlere baktığımızda, karşımıza bir Çevre Görevlisi tanımı çıkıyor.  Yürütmeyle ilgili olarak tesislerde görev yapacak Çevre bakanlığında çalışanlarının çevre mühendisi olması gerekir zaten. Ancak bu kapsamda bakanlığın açacağı 2 yada 3 günlük eğitimlere katılan, bu eğitimden sonra alacağı belgeyle 'Çevre Görevlisi' unvanına sahip olacak. Böyle bir yetkilendirme, doğru değildir. Çok ciddi dört yıllık bir mühendislik eğitimi alan çevre mühendisleri varken, üç günde Çevre Görevlisi yetiştirmek, akla mantığa uymaz.  Dört yıllık bir lisans eğitimiyle, herhangi bir kişinin 3 günlük bakanlık tarafından, üstelik bir vakıf üzerinden gerçekleştirilen ve bir miktar para ödeyerek aldığınız eğitim sürecinin eşdeğer tutulması, ne bilimle, ne mühendislikle, ne eğitimle, ne de doğru politikalarla örtüşür. Çevre bir istihdam alanı, farklı meslek disiplinlerine çeşitli eğitimlerle diplomalarla açılacak bir alan değildir. Bu yürütülen çalışmalar mesleğin içinin boşaltılmasına sebebiyet verecektir."

MASKELERİ YERE ATMAK, KORONAYA DAVETİYE ÇIKARMAKTIR
"Koronavirüs salgını maalesef iyiye gitmiyor. Son yapılan açıklamalar, kentin durumunu gözler önüne serdi. Gönüllü karantina çağrılarına uymaya çalışıyoruz ancak bir taraftan sosyoekonomik gerçeklerle beraber, neye, nasıl uyacağımız, kendimizi nasıl koruyacağımız konusunda sıkıntılar yaşıyoruz. Bir yönetememe sorunumuz var. Bizler sağlıklı bir çevrede yaşamanın ne kadar önemli olduğunu koronavirüsle, acı bir tecrübeyle öğrendik. Covid sürecinde özellikle depremde yaşanan durumlar vardı. En önemli problemlerden birisi de atık yönetimi süreciydi. Türkiye’de atığı yönetemezken covid süreciyle beraber maske ve eldiven atıkları devreye girdi. Enfeksiyon riski taşıyan tıbbi atık olarak değerlendirilmesi gereken kullanılmış maske ve eldiven, koronaya davetiye anlamına gelir.  Biz Çevre Mühendisleri Odası olarak sürecin ilk anından itibaren atık yönetiminin çok kontrollü yapılması gerektiğini, bu atıkların evlerimizde mümkünse dezenfekte edilerek, poşetlerin içine koyup ağzını